| |
General mi, fizikçi mi?
Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Ali Baykal, eğitimin içyüzünü görmek için ilk ve ortaöğretimde okutulan yüz doksan kitaptaki 829 bin 259 cümle ve altı milyon 885 bin 725 sözcüğü bilgisayar desteğiyle incelemiş. Önceki gün, Ali Baykal'ın bulgularını Şule Çizmeci'nin kaleminden manşete çıkaran Radikal gazetesi, sonuçları şöyle özetliyordu: "Kitapların hedefi, itaatkar, sormayan, coşkusuz nesiller"...... "Kitaplar unvan ve rütbe dolu. Sultan 3505, imparator 2836, sanatçı 1698, çiftçi 517, hekim 353, proleter 5, kimyager 2 defa geçiyor, 463 tarihçiye karşı 543 polis, 68 fizikçiye karşı 85 albay, 171 matematikçiye karşı ise 204 general var." "Baykal şöyle diyor: Kazanılmış savaşta kendi kuvvetini öven, yitirilende rakibin gücünü zulüm aracı sayan sözcükler seçiliyor. Onlar 'katletti', biz 'katletmedik'. Savaş barışın dört katı. İnanç önderleri ortalama 390, mucit ve kaşif isimleriyse 145 defa geçiyor." Haberin içinde bu spotların daha geniş detayları var. Örneğin, Hazreti Muhammed'in adı 1710 kez geçerken Darwin'inki 19 kez, Hz. Adem'in adı 68 kez geçerken Koch'unki 14 kez geçiyormuş. Prof. Dr. Baykal şunu soruyor: "Antibiyotiği keşfeden Fleming, hastalıkların kökünü kazıyan Pasteur, Koch bu kadar mı anılmalı? Edison, Mozart, Picasso, Laplace yok sayılırsa gençlere örnek olabilir mi? Gütenberg'in adı her kitapta geçse bunu hak etmez mi?" Dün Liselere Yerleştirme Sınavı vardı. Kısa bir süre sonra ise üniversitelere giriş sınavı yapılacak. Anne ve babalar çocukların geleceklerini güvence altına alabilmek için çırpınıp duruyorlar. Ama bizdeki eğitimin felsefesi çocuklara güvenli bir geleceğin teminatını veriyor mu? Ali Baykal'ın incelemesinden çıkardığı sonuç asla böyle bir şeyin olmadığı... Türk eğitim sistemi "itaatkar", "sormayan" insanlar yetiştiriyor... Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu da etrafa bakınca görüyorsunuz... Farklı hiçbir düşünceye tahammülü olmayan, ilkokulda ya da çevreden duyduğunu ömrünün sonuna kadar tekrar edecek düzeyde bir meraksızlıkla yetinen, güce tapan, gücü ele geçirince şahin, ezilince tavşan olan, sorgulama yerine milliyetçiliği yeğleyen bir zihniyet de buralardan doğmakta...
Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı bürokratları tarafından kuruldu... Bizans'ta da, Osmanlı'da da burjuvazinin nüvesini oluşturmaya izin yoktu...Tabii bu toplumsal sakatlık Cumhuriyet'e de taşındı. Bürokrasinin kurduğu bir devletin biçimlediği eğitim "devlete" adam yetiştirir oldu... Çünkü zaten piyasa hiç olmadı. Devlet bürokrasisi kendine itaat edecek, emri yerine getirecek derin ve değişmez bir anlayışı eğitime enjekte etti. Sorgulayan bir beynin devlet bürokrasisinin hiyerarşisi içinde yeri yoktu. O nedenle kendine okullarda okutulanı tekrarlayan ve bir adım bile ötesine geçmeyen, söyleneni yapan vatandaş en makbul vatandaş sayıldı. Piyasa zaten olmadığından girişimci, sorgulayan, düşünen, mesleğinde iddialı kuşaklara da ihtiyaç duyulmadı.
Fizikçiden çok albayın, matematikçiden çok generalin, bilimciden çok inanç önderlerinin adının geçmesi de bu yüzden... Her şeyi devletin belirlediği bir toplumda, doğanın sırlarını çözenler değil, devlette güç sahibi olanlar önemlidir. Bu, bugün de böyle, kamunun maaş çizelgeleri durumun hiçbir zaman değişmediğini gösteriyor. Osmanlı, zenginliğini üretimden değil, fütuhattan sağlardı. Hazine sıkıştıkça fetihlere gidilirdi. Ele geçirilen yerlerde herkes vergiye bağlanır, ekonomik durum geçici olarak rahatlatılırdı. Mali imparatorluğun tabii ki generallere ihtiyacı olur, evrenin işleyişini çözen fizikçilere değil...
İşin vahim tarafı, 2005 yılı itibariyle, dünya çok daha başka bir noktadayken, bizlerin hala İkinci Dünya Savaşı'nda ormana sığınmış Japon askerlerine benzer çocuklar yetiştirmemiz...Anneler ve babalar eğitim sistemine çocuklarının başarıyla dahil edilmesi için çırpınmasa belki de daha hayırlı olur. Çünkü çocukların gelecekteki başarısı, belki de buralarda beyinlerinin, hünsalaştırılmasından kurtarmaktan geçiyor.
|