| |
|
|
Yoksa birer siborg muyuz?
Geçen gün bir yurtdışı gezisinde göz hastalıkları uzmanı Prof. Halil Bahçecioğlu ile tanıştım. Laf lafı açtı, konu göze ilişkin teşhis ve tedavi tekniklerinin ne kadar hızlı bir biçimde geliştiğine geldi. Bir ara Bahçecioğlu şöyle dedi: " Biz artık kitap okumuyoruz ." Nasıl yani? Peki ne yapıyorsunuz? Anlattı: "Kitaplar geç piyasaya çıkıyor. Örneğin 2005'te satın aldığınız bir kitapta ancak 2003 yılına kadarki bilgileri buluyorsunuz. Eğer son gelişmeleri bilmek, hastalıklara karşı, deyim yerindeyse ön mevzide savaşmak istiyorsanız, o zaman sempozyumlara gidecek, DVD'leri izleyecek, makaleleri okuyacaksınız." Bu sözler önemli. Çünkü sadece tıpta değil, hayatın birçok alanında baş döndürücü bir değişim meydana geliyor. Dolayısıyla, çağa ayak uydurabilmek için meseleye yaklaşım biçimimizi değiştirmemiz şart. Bunun bir sonucu da deyimlerin, klişelerin hızla eskimesi. Eskiden bir doktorun muayenehanesine gittiğimizde kütüphanede her biri tuğla gibi sıra sıra tıp kitaplarını görürdük. Bu hoşumuza giderdi. ' Demek ki hoca bilgilerini sürekli tazeliyor', diye düşünür, ona daha çok güven duyardık. Çünkü ' kitap okumanın önemli bir değer' olduğu bize öğretilmişti. Halbuki artık bilimsel gelişmeleri kitapla takip etmek, geride kalmanın, demode olmanın işareti! Prof. Bahçecioğlu ile nanoteknolojinin ve genetik çalışmaların tıbba etkisini de konuştuk. Mesela bugün 'tıkanan kalp damarlarına by-pass mı yapalım, stent mi takalım' filan diye tartışılıyor. Bir süre sonra bu tip tartışmalar da anlamını yitirecek. Çok küçük ' burgular' damarları açacak (ki buna beyin damarları da dahil!), aksayan organlarımız, otomobilin bozulan bir parçası nasıl yenisiyle değiştiriliyorsa, öyle değiştirilecek. Giderek daha fazla, insanların birer sibernetik organizma ( siborg ) olduğunu düşünmeye başladım.
|