Siemens Yönetim Kurulu Başkanı Klaus Kleinfeld, Münih'te Sabah'a verdiği özel röportajda, Almanya, Hollanda ve Fransa'daki gelişmelerin Türkiye'nin AB sürecini etkilemeyeceğini söyledi ve "Önemli olan kriterlerin yerine gelmesi" dedi.
Klaus Kleinfeld, 75 milyar dolar cirolu dev Siemens'in Yönetim Kurulu Başkanlığı ve CEO'luk koltuğuna Ocak ayında oturdu. Kendisini Almanya Başbakanı Schröder'le birlikte konferans için İstanbul'a yaptıkları kısa seyahat esnasında tanıdım. Özel röportaj talebimi, kartvizitimi uzatarak illettiğimde doğrusu bu kadar çabuk geri dönüş beklememiştim. Ne de olsa Kleinfeld'in çok yoğun bir programı vardı. Zaten İstanbul'a geldiğinde akşam yemeğine dahi kalamamıştı, kendisine nereye gittiğini sorduğumda, 'Daha ziyaret edecek çok müşteri var, bir iki ülke dolaşacağım' cevabını vermişti. CEO'nun yoğunluğuna herkes aşina olduğundan olsa gerek, Münih'te Siemens'in merkezinde bizi karşılayan Siemens İletişim Başkan Yardımcısı Maria Lahaye-Geusen de şaşkınlığını gizleyemedi ve 'O kadar çok işi var kiBekleyen çok da gazeteci talebi vardı" dedi. Öyle görünüyor ki, Kleinfeld, tercihini bu kez Türkiye'den yana kullanmıştı. 47 yaşında Siemens'e CEO olan Kleinfeld, işe başlar başlamaz, ' İlk 100 günde 100 müşteriyle görüşeceğim' demiş. Sohbet esnasında Klaus Kleinfeld, "Önce korktum ama neredeyse 400'e yakın Siemens müşterisine ulaştım" demenin rahatlığı içindeydi. Kleinfeld, bazen üç, dört ülkeyi aynı günde dolaşan yani söyleşide de okuyacağınız gibi 24 saat çalışan yeni, modern CEO'lardan. Kleinfeld'in bir özelliği de kârlı olmayan hiç bir şeye geçit vermemesi. Şirketin büyümesi ve kâr etmesi en büyük amacı... Kleinfeld ile beyaz rengin hakim olduğu son derece sade döşenmiş Münih'teki merkez ofisinde konuştuk...
* Genç sayılabilecek bir yaşta CEO pozisyonuna getireilerek, Siemens gibi 75 milyar dolar ciro ile dünyanın dev şirketlerinden birinin başına geçtiniz. Korktunuz mu hiç? Hayır, korkmadım. Eğer şirketin geçmişine bakarsanız, neredeyse 160 yıllık bir şirket ve dünyanın dört bir tarafında 450 bin çalışanı var. Şu anda iş yaptığı ya da fabrika kurduğu ülkelerin sayısı ise 190'nın üzerinde. Kuşkusuz bu durum CEO olarak bana büyük bir sorumluluk yüklüyor, hem tarihe hem de çalışanlarına karşı. Benden önce 10 CEO'su olmuş Siemens'in. İşimi, hem işlerin devamlılığını sağlamak hem de şirketi geliştirecek değişimi gerçekleştirmek olarak görüyorum.
* Herkes sizin Siemens'in ABD'deki operasyonlarını çok başarılı yönettiğiniz için bu göreve getirildiğinizi söylüyor. Neydi ABD'deki başarı hikayeniz? Siemens'te 1987'den beri bir çok pozisyonda çalıştım. Gerçekten ABD çok zor bir pazar. CEO'luktan önce benim son görev yerimdi. Siemens'in zor pazarlarından biriydi. Bunun da sebepleri var. ABD aşağı yukarı 20 milyar dolar gibi büyük bir operasyondu ve zarar vardı. Aynı zamanda ekonomi 2000 yılının başından itibaren iyi sinyaller vermiyordu. Ve bütün bunların üstüne bir de 11 Eylül olayı yaşandı. Ben o sırada Manhattan'daydım ve bizim de ikiz kulelerde ofisimiz vardı. Böyle bakınca gerçekten hoş olmayan bir fotoğraftı ama benim için başarıya giden yol, iyi plan yapmaktan geçti. 80 bin çalışan vardı ve büyük bir kısmı son yıllarda Siemens'e katılmıştı. Çünkü Siemens o yıllarda şirket satın alarak hızla büyüyordu. Şirkete yeni katılanlar Siemens'i ve nasıl iş yaptığını pek de iyi anlamamışlardı. Benim yönetici olarak ilk başlamam gereken yer burası oldu. Çalışanların kişisel performanslarını artırmak için girişimlerde bulundum. Size diyebilirim ki başarının altında yatan çok güçlü bir performans yönetimi oldu.
* Aynı zamanda dünyada iş yapma şekli de değişti. Hem ekonomik krizler, hem de ABD'deki Enron şirketinde olduğu gibi yaşanan skandallar, sanki CEO'ların işini daha da zorlaştırdı gibi görünüyor. Bu fikre katılıyor musunuz? Dünya sürekli olarak değişiyor. Bu şirketin tarihine bakınca, pek çok önemli olayın çok başarılı bir şekilde yönetildiğini görüyorsunuz. Değişikliklere uyumu çabuk olmuş. Bana göre, değişimi tetikleyen Enron'da ya da diğer bazı şirketlerde yaşananlar olmadı. Tarihe bakınca, bunlar çok küçük olaylar olarak görülüyor. Bence bugünlerde gerçekten değişen şu. Eğer sen global bir şirketi yönetiyorsan haftanın 7 günü ve 24 saat çalışacaksın, ki çalışıyorum...
24 SAAT ÇALIŞIYORUM * Yöneticilerin eskiden haftanın 7 günü ve 24 saat çalışmıyor muydu, diyorsunuz? Evet, öyle. Çünkü bugün bunu imkân kılan teknolojinin geldiği son nokta. Hepimizin mobil telefonu, Black-Berry'si (ofise gitmene gerek kalmayan yeni teknoloji) var. Bugün hatta uydu telefonla da anında ulaşılabilir halde isteyen, şayet uçakta ya da normal telefonların çekmediği bir noktada ise.
* Yani sizin telefonununuzu kapattığınız gün, saat hiç olmuyor mu? Olması mümkün değil. Yaşadığımız çetin rekabet bunu şart kılıyor. Global rekabet çalışma hızımızı da artıyor. CEO'lar bugünün dünyasında böyle çalışıyor.