|
|
|
|
Mutlu aşk vardır
Yıllar önce çok etkilendiğim bir film seyretmiştim. İsmi Madison Kenti Köprüleri'ydi. Filmin jönü Clint Eastwood dünyayı gezen National Geographic fotoğrafçısı, Meryl Streep ise Madison'da mütevazı bir hayat yaşayan iki çocuklu bir ev kadınıdır. Meryl Streep'in kocası ve çocukları, şehre bir karnavala gittiği sırada fotoğrafçı Clint Eastwood gelir ve Meryl'ye yol sorar. Bu tesadüf görüşmelere, bu görüşmeler de muhteşem bir aşka sebebiyet verir. Hani hayatta öyle duygular vardır ki, bunları hiç yaşamayacaksınız zannederken, birden bire karşınıza çıkarlar ve dünyanızı alt üst ederler; işte filmdeki kahramanlar böyle duygular yaşar. O köprülerde, o şehrin o muhteşem köprülerinde öyle fotoğraflar çekilir, öyle sahneler yaşanır ki siz de filmi seyrederken "Evet ben de, ben de" diyorsunuz.
ZOR KARAR Yaşanan onca güzellik, onca romantik andan sonra ailenin dönüş anı geliyor ve Meryl Streep, o her zamanki zor kararı vermek zorunda kalıyor. Bir tarafta ailesi, diğer tarafta hayatının aşkı. Ve kendisine hep iyi kocalık etmiş ama hiçbir zaman aşk yaşayamadığı kocasını ve çocuklarını içi ezile ezile tercih ediyor. Ama yıllar boyu o dört günlük aşkını ve yaşananları unutmuyor. Yıllar sonra Meryl Streep ölünce çocukları evde günlüğünü ve vasiyetini buluyorlar. Meğer kocası öldükten sonra hep Clint Eastwood'dan mektuplar almış ve Clint Eastwood aldığı fotoğraf ödüllerini ona atfetmiş ve öldüğü zaman da küllerinin Madison Köprüsü'nden atılmasını istemiş. Şimdi o da yakılarak, küllerinin aynı köprüden atılmasını istiyor. Ve çocukları vasiyetini yerine getiriyor. Sanki külleri o köprüden atılırken iki aşığın tekrar buluştuklarını, birleştiklerini hissediyorsunuz. Bunlar şimdi nereden çıktı, biliyor musunuz? Ben geçen hafta bir toplantı için Chicago'ya gittim. Toplantı Madison'daydı.
AĞLAMADAN DA OLUR Gittiğimde tabii ki aklıma hemen o film geldi ve ayaklarım beni o köprüye götürdü. Birden bire gözlerim doldu, çok duygulanarak seyrettiğiniz bir filmdeki mekanda bulunmak ne kadar ilginçti anlatamam. Yaklaşık yarım saat köprünün üstünde öylece dikilip o sahneleri hatırladım. Ve "İnşallah böyle duygular yaşadığım birisiyle öbür tarafta buluşmak zorunda kalmam" diye düşündüm. Düşünsenize böylesine güzel aşklar, böyle yüce duygular insana sık sık gelmiyor. Şanslıysanız bir defa falan yaşayabiliyorsunuz böyle bir şeyi. Tabii güzel olan da imkansızı değil, daha olası bir şeyi yaşayabilmek. Bize filmlerde, romanlarda öğretilen, sanki büyük aşklar sonları kötü biterse, imkansızsa ebedileşiyor ya da ölümsüzleşiyor. Yani illa ki gözyaşlarımız rakı bardağına akacak ya da illa ki canımız acıyacak. Şarkılar bile öyle "Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk" gibi. Ölmezseniz, kanlı gözyaşları dökmezseniz, intihar etmeye kalkmazsanız yeterince aşık değilsiniz demek. Allah aşkına, niye bu kadar arabesk ruhluyuz? Niye acıyla besliyoruz? Niye filmlerde mutlaka ağlamak istiyoruz, gülmek yerine? Halbuki bence en güzel aşklar yaşanabilen, paylaşılabilen mutlulukla süren aşklar. İnşallah hepiniz mutlu sona ulaşan güzel aşklar yaşarsınız ve bir şeyler uğruna aşkınızı feda etmek zorunda kalmasınız.
İLİŞKİ CADISI Ayşe BRAV
|
|
|
|
|
|
|
|
|