Sancılı halk!
Halklar, başa beladır! Bırakın demokrasileri, diktatörlüklerin bile ama içten, ama mizansen, "meşruiyet kaynağı" olarak görmek, göstermek istediği halk, başa beladır. Her siyasi düşüncenin, her siyasi hareketin, her siyasi idealin mutlaka bir "halk"ı vardır. Kimse halksız yapamaz ve kimse aslında halkla yapamaz. Her biri "kendi halkı"nı bulur ve bir başka halka öfke dolar. "Halk" aslında açık ya da gizli bir iç savaşın adıdır. Olağandışı "tek vücut" anlar dışında, olağan bir parçalanma, bölünme, birbirinden korku, kaygı ve hatta nefret halidir.
Dinler ki, "halkların o sıradaki yaygın ve hakim inancı"na karşı bir azınlık başkaldırısı olarak başlamış... "Halka rağmen bir halk hareketi" olarak ortaya çıkmış ve gerçekten de halkların kalbinde yayılarak manevi-maddi iktidar olmuştur... İkna ve inancın ötesinde, ancak korkuyla da halklar üstünde yerleşmiştir. Devrimler... "Halk hareketleri" yani, halka inançsızlık ve halk korkusu azdı mı, halka baskı ve korku olarak iade-i ziyarette bulunmuştur. Devrim tanımı sayılan "halk hareketi"; bazen "karşı devrim"in bizzat kendisi olur. Halk, bazen bir "devrim dalgası", bazen "karşı devrim rampası"dır. Sosyalizm de "halk cephesi" olabilmiştir; faşizm de öyle! Halktan korkulur ve halk korkutulur.
Lakin, hemen her zaman, en ikircikli, en oportünist tutum, "demokratlık" iddiasındaki kimilerine aittir. Hemen herkeste ortak olan "işine geldiğinde, halk halktır yoksa kelek ve kabaktır" şiarının dışında, bu zatların kimileri aslında "halk" kavramından da, ete kemiğe bürünmüş halktan da hiç hoşlanmaz. Onlar için; geri, cahil, kaba, magandadır; pislik ve kokudur, kör inançların tutkunu olabildiği gibi tehlikeli bir sürüdür. "En iyi halk"... Müşteri olabilen, taksidini, borcunu zamanında ödeyen, ömür boyu erat gibi boyun eğen, tiraj ve reyting besleyen, işsizi çalışanıyla rekabet eden, seçimlerde "merkez"de kalabilen, uçlarda dolaşmayan, duygulu-hareketli bir topluluk oluşturan değil de, kaderine razı, haline hep şükreden mutedil-mülayim bir birey gibi yaşayanların aritmetik toplamıdır. Bunların en uyanıkları "makul çoğunluk" gibi kavramlar icat ederek... Kendi makullerinde bir halk çoğunluğu görme arzularını beyan ederler. Hem de "halkın isyanı"nın bir seçimde onca makul merkez partiyi dümdüz ettiği ortamda. Halkı sevmeden, halktan korkarak halk gazeteleri yapmak, yönetmek gibi müthiş başarı sahibidirler. Bazıları, "halkın talebi, halkın isteği" gibi kavramları iyi niyetli demokratikleşme sürecinin kaynağı yaparlar ama sıra ekonomiye geldi mi, zortlarlar: Orada "halkın isteği"ni yemezler!
Fransa'da olan bitene, bunun yorumlanışına da "herkesin halkı kendine" geleneği hakim. Oysa ortada ne yüceltecek, ne alçaltılacak bir şey var. Tedirgin insanlar, sağda ve solda savunma hattı inşa ediyorlar. Her şeyi bildiğini sanan, hep makulü gösterdiğini iddia eden, ekonomileri, insan hayatlarını otomatiğe, sözde serbest rekabete bağlayan "merkezler"in dayanıksızlığı ortaya çıkıyor. "Gerici" ya da "ilerici" bir halktan çok (çünkü ikisi de var), "sancılı bir halk hali" bu!
|