Başmüzakereci rahat
Ankara'da işine dört elle sarılmış, emin, Türkiye'nin hak ettiği yeri alacağına inanan bir başmüzakereci var.
Fransa'daki referandumda ezici bir çoğunlukla hayır çıkması, Almanya'da Türkiye'nin tam üyeliğine karşı olduğunu her fırsatta yineleyen Merkel'in başbakanlığı ihtimalinin kuvvetlenmesi Avrupa Birliği sürecini destekleyen kesimlerde, çok açık ifade edilmese de bir kaygı yarattı. Aslında Fransa'daki 'hayır'ın Türkiye'nin üyelik ihtimalinden çok ülkenin içinde bulunduğu ekonomik ve sosyal koşullara bir tepkinin ifadesi olduğu herkes tarafından kabul edildi. Fransa nüfusu, hükümete tepkisini göstermek amacıyla hayırda birleşti ve bu beraberlik pazar akşamı sona erdi. Hayır diyenlerin bir kısmı hâlâ ırkçı, bir kısmı sosyal demokrat, bir kısmı komünist olmaya devam ediyor. Bu hayır, Avrupa Birliği'nin kendi içindeki dengeleri bozacak, AB sıradan bir serbest ticaret bölgesi olmakla mı yetinecek, yoksa global bir güç mü olacak; önümüzdeki döneme damgasını vuracak bir tartışma olacak bu... Ama dediğim gibi, herkesin kafasında karışıklıklar var. Bu atmosfer içinde dün "Başmüzakereci" olarak ilan edilen Devlet Bakanı Ali Babacan ile bir araya geldik. Babacan, beklediğimin aksine Fransa'daki gelişmelerden hiç etkilenmemiş. Kendinden çok emin, müzakere süreci için sıkı bir hazırlık dönemine girmiş durumda. Müzakere sürecinin uzun ince bir yol olduğunun ayırdında. Bu süreci en faydalı geçirecek bir hukuki yapılanmanın arayışı içinde. Bu konuda Başbakan ve Dışişleri Bakanı ile bir araya gelip nihai kararı verecekleri anlaşılıyor. Aslında Babacan bugüne kadar çizdiği rolün tam zıddı bir göreve soyunmuş durumda. Bugüne kadar Hazine'den sorumlu Devlet Bakanı olarak "ketum" bir politikacı ile karşı karşıyaydık. Şimdi ise sürekli olarak hem Avrupa, hem Türkiye kamuoyunu bilgilendirmek durumunda olduğunun, olabildiğince şeffaf olması gerektiğinin çok farkında. Özellikle Avrupa halklarını Türkiye konusunda bilgilendirmenin önemine inanıyor. Müzakere sürecinin sonucunda bugünkünden çok farklı bir Türkiye tablosu çıkacağını, bu sürecin ülkeyi hem siyasi, hem ekonomik olarak kökten değiştireceğini biliyor. Bu nedenle, müzakere sürecine (Biz buna müzakere diyoruz ama aslında Türkiye'nin hukuk, idari ve ekonomik sisteminin Avrupa'ya uyumlu hale getirilmesini amaçlıyor. Yani müzakere edilecek bir şey yok ortada. Bizim, tüm sistemimizde yapmamız gereken değişiklikler var.) büyük önem veriyor. Başmüzakereciliği beklendiği gibi, Avrupa başkentlerinde çok olumlu bir etki yaratmış. IMF ile görüşmeler sırasında elde etmiş olduğu deneyimin bu yeni dönemde çok işine yarayacağı da kesin. Görev kendisine verildiği andan itibaren hummalı bir çalışma içine girmiş. Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, Dışişleri Bakanlığı kadroları, Devlet Planlama Teşkilatı uzmanlarıyla bir dizi toplantı gerçekleştirip bu sürece katkıda bulunacak herkesin görüşünü almış. Bütün konsantrasyonunu 3 Ekim'e kadar sağlam bir yapı oluşturmaya, süreci toplumun tüm kesimlerinin desteğiyle sürdürmeyi başarmaya vermiş. Fransa veya Almanya'daki yönetim değişikliklerinin bu süreci çok etkileyeceği inancında gözükmüyor. Liderlerin muhalefette başka, iktidarda başka bir söylem içinde olabileceği fikri aklının bir köşesinde duruyor. Özetle, Ankara'da işine dört elle sarılmış, kendinden emin, Türkiye'nin bu süreç sonunda dünya üzerinde hak ettiği yeri alacağına inanan bir başmüzakereci var. Hayalci değil ama hiç karamsar da değil.
|