|
|
Based on a true story
Fenerbahçe-Galatasaray maçının olduğu geceydi. Maç bitmişti. Daha 10 gün önce 5-1 yendikleri rakibini bu defa da yenip şampiyon olacaklarını hayal eden fanatik Cimbomlu Tarık, hakemin bitiş düdüğüyle birlikte önce Hagi'ye sıkı bir küfür etti, sonra Özhan Canaydın'la bu işin yürümeyeceğini aklından geçirdi. Tam maçı izlediği kahvehaneden çıkacakken dışardan gelen Fenerbahçeliler'in şampiyonluk kutlamalarına kulak kabarttı. Başlamıştı işte. En korktuğu şey... Keşke evinde Lig TV olsaydı da, evinden çıkmak zorunda kalmadan üzüntüsüyle baş başa kalabilseydi. Ne yazık ki evinden uzak bir kovboydu ve eve gidebilmek için Fenerliler'in en azından bir süre sakinleşmesini beklemek zorundaydı. Ama o süre bitmiyordu. Ezeli rakipleri eğlenmeye doyamıyordu. 2-3 çay daha ısmarladı. İçti.
Bir ara korna ve silah seslerinin azalmasından cesaret alarak kendini sokağa attı. Nemelazım diyerek içine giydiği 100. yıl formasını kot ceketiyle iyice örttü. Sapına kadar Galatasaraylı'ydı. Damarını kesseler sarı-kırmızı akardı ama şimdi ne gerek vardı, birkaç tane Fenerli tarafından damarının kesilmesine ve içinden akan kanın renginin sarı- kırmızı olup olmadığının test edilmesine... Özellikle sokak lambalarının olmadığı taraftan usul usul yürümeye başladı. Ortada bir tehlike gözükmüyordu. Eve de şunun şurasına ne kalmıştı. Yoksa taksi mi tutsaydı? Ne gerek vardı canım? Şunun şurasında 500 metre yoldu. Bunları düşünürken yolun 200 metresi geçip gitmişti bile. O sırada bir yolağzına geldiğini fark etti. Yüreğinin ağzına geldiğini de... Nereden çıktıysa o araba çıkmıştı işte karşısına.
Korktuğu başına gelmişti işte. Sarı-lacivertli bayraklara bulanmış arabadan bellerine kadar çıkan 4 Fenerbahçeli bir taraftan "loy loy loy" diye tezahürat yapıyor, bir taraftan da gözünün içine bakıyorlardı. Gözüne ışık tutulmuş tavşan gibi kalakalmıştı işte. Korkudan mıdır şaşkınlıktan mıdır yoksa taraftarlık psikolojisinden midir nedir, birden aklına gelen ilk Fenerbahçe tezahüratını avaz avaz bağımaya başladı:
- Fenerrrbahçe Fenerrbahçe... Şampiyyyon Fenerbahçe... Otomobilin içine tıkışmış Fenerbahçeliler'in de hoşuna gitmiş, kendilerinden biri zannettikleri ve tanımadıkları taraftar arkadaşlarını gıptayla seyrediyorlardı. Ama eşlik etmiyorlardı. Eş-lik et-mi-yorlar- dı. Tezahüratın gerisi gelmiyordu.
- En büyyyyük Fenerrrrbahçe... Gerisi yoktu. Türk sanat müziği şarkılarının sadece nakarat kısımlarına eşlik edebildiği aklına geldi nedense...
- Eee? Devamı? dedi arabadakiler...
- Böyle gidiyor işte... Hehehe... Diye şakaya vurmaya kalktı. Ama komik olmamış olmalı ki, kimse gülmüyordu. Panikle iyice saçmalamaya başladı:
- En şaaane Fenerbahçe... Herkesi yener bahçe...
- Bu ne diyo lan? Bu nasıl Fenerli, daha tezahüratı bilmiyo... şeklinde seslerin kulağında yankılandığını hissetti.
- Olur mu, benden Fenerli kimse olamaz. İsterseniz ilk 11'i sayayım? Rüştü... Aurelio... Revivo... Müjdat... Alex... Rıdvan... Can Bartu... Deniz...
Ama deniz bitmişti. Arabadan bellerine kadar çıkmış 4 kafadarın aynı arabadan tamamen inmeleri ve kot ceketini cart diye açıp üstünde Galatasaray formasını görmeleri pek zor olmamıştı. Yediği dayak neyse de, daha ağırına giden dayağın sebebiydi.
- İnsan hiç takımını satar mı ulan?
|