'Adil yasalar'
Adalet duygumuzu rencide eden düzenlemeleri teşhir etmek basının en önemli görevidir ve biz bu işin ısrarlı takipçisi olacağız..
Bu köşe birkaç gündür hukuk dergisi makaleleri gibi yayınlanıyor, biliyorum. Ancak, adalet ısrarla vurguladığımız gibi, bir toplumun en temel köşe taşı. Adaletin sağlanamadığı bir ülkede, huzur ve refaha ulaşmak mümkün değil. O yüzden izninize sığınarak bugün de aynı konuda devam etmek istiyorum. Yüzyılımızın en önemli siyaset felsefecilerinden biri John Rawls'tur. Rawls, "A Theory Of Justice" (Bir Adalet Kuramı) adlı eserinde, adil bir toplumda egemen kılınacak temel ilkeleri irdeler. Odaklandığı temel problematik, "eşitlik ilkesi" ve bu ilkeden sapmanın hangi hallerde makul kabul edileceği konusudur. John Rawls, adil bir topluma ulaşmada doğru usul ve süreçler üzerinde yoğunlaşır ve özetle sürecin adil olması halinde süreç sonunda varılacak ilkelerin de adil olacağını söyler. Yine ülkemizde çok tanınmayan çağdaş siyaset felsefecilerinin önde gelen isimlerinden Ronald Dworkin de benzer şekilde adil toplum konusunu işler. Dworkin, "Taking Rights Seriously" isimli kitabında adil sonuçlar için gereken süreçlerde yoğunlaşır. Sonuçta, iki önemli siyaset felsefecisinin görüşleri incelendiğinde adaletin en önemli öğesinin "hakkaniyet" duygusunda toplandığı konusunda hemfikir oldukları görülür. Gerçekten de, süreçleri de kapsayacak şekilde adaletin somut olaylara uygulanması demek olan hakkaniyet duygusunun sarsılması halinde aklın ve vicdanın tatmin edilmesine imkan kalmaz. Bu ilkeler ışığında Türkiye pratiğine gelecek olursak, son dönemde gerçekleştirilen hukuk reformlarında "eşitlik" ve "hakkaniyet" duygusunun yeri hakkında ciddi kuşku duymamak mümkün değil. Genellikle son derece önemli ve kapsamlı yasa değişikliklerinde bir bakıyorsunuz, "bir kişi" veya "somut bir olay" gözetilerek yasaların eşitliği ve genelliği ilkesi çiğnenmiş oluyor. Ya çağdaş ve uygar dünyaya uyum sağlamak açısından gerekli görülen bir yasa düzenlemesinde, bir kişi veya bir olay gözetilerek bir istisna maddesi konuluyor veya sadece bir kişi veya bir olaya özgü kolaylıklar sağlama amaçlı maddeler ekleniyor. Sonra, yasaların eşitliğine aykırı olduğu bilinerek getirilen bu istisna maddesi Strasbourg'tan yüzümüze çarpılıyor ve yabancıların zorlamasıyla bu istisnayı nasıl kaldırırız veya nasıl etrafından dolanırız telaşına düşüyoruz. Aynı şekilde, örneğin 1 Haziran'da yürürlüğe girecek yeni Türk Ceza Kanunu'nda "etkin pişmanlık" maddesinde sadece bir batık banka patronunun hapse girmesini önleyecek düzenleme yapmaya teşebbüs ediyoruz. Yani isme özel yasa çıkarıyoruz. Eğer TMSF ile anlaşıp borçları ödeme garantisi sağlamak, "etkin pişmanlık"tan yararlanmak için yeterli bir sebepse bunun sadece eski bir banka patronuna değil, bütün batık bankacılara uygulanması gerekir. Bu, hakkaniyet duygusunun kaçınılmaz gereğidir. Ve unutuyoruz ki, çağdaş hukukta "yasanın genellik ve eşitliği" ilkesi ihlal edildiğinde o yasa şeklen bir yasa olabilir ama adil olamaz. Adil olmayan yasalardan hareketle de "adil bir toplum" kurulamaz. Buna benzer çelişkiler ve haksızlıkların sebebi, kanımızca yasa değişikliklerine hakim olması gereken "adil bir siyaset ve hukuk felsefesi"nin göz ardı edilmesidir. Akılda tutmamız gereken husus, adaletin sadece hukukçuların uğraş konusu olmadığı gerçeğidir. Adalet tüm toplum ve devlet düzeninin olmazsa olmaz temel ilkesidir ve bu yönüyle de hepimizin meselesidir. Adalet duygumuzu rencide eden her türlü düzenlemeyi ve uygulamayı teşhir etmek basının en önemli görevidir ve biz bu işin ısrarlı takipçisi olacağız.
|