Koşarken düşenler
Bugün herkes... herkes değilse bile, dün de zaten konuşmakta olan herkes "maç"ı konuşacak. Çoğumuz, ömrü boyunca nice maç konuştu. Bazı maçlar iz bıraktı, birçoğu unutuldu gitti. Nice futbolcu da öyle; bazıları ancak yaşadığı sürece hatırlandı, anıtlaştı denenleri bile genellikle çok az kişi hatırladı. "Bir ömür boyu" süren taraftarlık, aslında "gündelik tüketimler"le yürüyor. Arkasına pek bakmadan koşuyor, unutuyor genellikle. Bu lig de "sıfırlanacak". Bayrağını sallayan da, bayrağını saklayan da bir süre sonra transfer, ardından yeni sezon umudu, heyecanı ve laklağına dalacak. Futbol muhabbeti üstündeki tozları silkeleye silkeleye, tüylerini döke döke kendini yenileyecek ve yineleyecek. Ben de genellikle öyle yaptım... iki, üç yaşımdan beri! Şu yazıyı daha erken saatlerde, maçtan önce, maçı bir Beşiktaşlının burukluğu ve aynı zamanda heyecansız huzuru ile izlemeden önce yazıyorum. Aslında aklımda Şevki vardı. Muhtemelen, maçta, kollardaki siyah banttı.
Şevki Şenlen'i giydiği dört formayla da, Ankara Demirspor, Eskişehirspor, Galatasaray ve Fenerbahçe'de izlemiştim. Atletizmden, üstelik rekorlarla geldiği için, özellikle Es Es'te tam bir "rüzgarın çocuğu" idi. Sonra, iki büyükte, solaçıktan solbeke, kanat çocuğu idi. Yakın zamanlarda spor medyasında, TV programlarında, daha yorgun, daha durgun bir halini görmüşsünüzdür belki. Hayatın ve elbette ölümün ironisi bazen böyle çıkıyor: Körük gibi ciğerleriyle tabiri caizse dört nala koşan bir adam, ciğerlerinden vuruluyor... O körükler, bir gün, erken bir zamanda, tükenebiliyor. Bir zamanlar "Ne nefes be!" diyerek soluğun kesilerek izlemişsin ya, son nefes tam da oradan veriliyor. Hatta, tam da, formasını giydiğin iki takımın "final maçı" öncesinde, göremeden, finalini oynuyorsun. Bu, hatıralarla da içimi acıtıyor. Bir 42 yıl önce, futbolcu, spor yazarı, İtalyan futbolu uzmanı babamı da, böyle çok izlemek istediği Türkiye-İtalya milli maçının hemen öncesinde kaybetmiştik. Bedeninin ona ihaneti de, futbol organı olan ayaklarından başlamıştı.
Futbol oynarken de, sonrasında da ciğerlerime, nefesime, kalbime çok güvenir, şu yaşımda bile hala onların asla ihanet etmeyeceğine dair kör inançla yuvarlanır giderdim. Bir efor aletinin üstüne çıktığımda, biraz sonra dünya rekoru kıracakmış gibi koşmaya hazırdım. Koştum da. Koştum ve meselenin o olmadığını anladım. Mesele dört nala koşabilmek, emsallerinden üstün bir nefesle böbürlenmek filan değildi. Mesele, bunları becerdiğini zannederken, bedeninin içinde nelerin son nefesini vermekte olduğu yahut o noktaya koşar adım gittiğiydi. "Dağ gibi adam" denen niceleri, spor sahasında, bir koşu anında ve hayatın her daim hızı ve koşuşturmacasında, içinde tükenmekte olanlarla "koşunun nihai anı" na yaklaşıp duruyordu. Şevki Şenlen çok hızlı koşardı. Allah rahmet eylesin. Ve unutulmasın.
|