|
|
|
|
|
Pamuğa sarılı köz gibi
|
|
Büyük Sufi kadınlarla olağan ilişkiler kuran İslam bilginlerine kimse dil uzatmaz. Fakat gelenekçi dini bakış kadın ile erkeği 'pamuk ve köz' gibi bir araya gelmesi imkânsız varlıklar saymayı kurumlaştırır.
Türkler Müslümanlaşmaya başlarken neredeyse eşzamanlı olarak Sufilikle de tanıştıkları gibi kadın hakları açısından ilginç bir geçiş yaşamışlardır. Bilindiği gibi Cahiliye Devri Arap kadınlarının durumu ile aynı dönemdeki Türk kadınlarının durumunu birbirleriyle kıyaslamaya imkan yoktur. Arap dünyasında -dün değindiğimiz gibi- kadının hiçbir değeri yokken Türk dünyasında sağlıklı bir denge, hatta denklik söz konusudur. Bu yüzden Türkler arasında kadının İslami macerası hayli farklı renklerle gelişir. İran kültür dünyasının etkisinde kalan bölgelerdeki Türkler arasında, Emevi imparatorluğu ile başlayan 'İslam'da kadının geriye götürülüş süreci' yansımasını bulmuştur. Sufiliğin bu bölgelere ulaşan kolları kadın meselesinde gelişen özgürlüklere karşı gelenekçi 'molla kalıpçılığı'ndan etkilenir. Böylece İslam'ın bilim bayrağı onuncu yüzyıldan sonra Türk-Acem bölgelerinde dalgalanmaya başlar ama bu rüzgar fazlasıyla erkeksidir. Bu dönemin ve bölgenin olabildiğince zengin bilim ve kültür hayatında, İslam aleminin güneylerinde Rabia ile başlamış olan kadın yıldızlar çağının uzantısını pek göremeyiz.
HİKMETİN DİVANINDAN Türkler'in kendi kültürleriyle Acem (İran) kültürü arasında bir harman gerçekleştirdiği bölgelerde kadın hızla sakıncalı varlık haline gelirken kuzeyde durum farklıdır. Türkistan'ın üst kesimlerinde, Ahmet Yesevi ikliminde kadının şartları Peygamber Çağı'ndakine daha yakındır. Ne var ki bu esneklik Horasan ulemasını ve hatta Sufilerini pek rahatsız eder; dinde kadın erkek ayırımını keskin çizgilerle sürdürmediği için Ahmet Yesevi'yi kınayanlar çok olur. Bu durumu özetleyen pek renkli bir menkıbe vardır: Kadınlarla erkeklerin bir arada zikir yaptığı Ahmet Yesevi dergahına yönelik ayıplayıcı allame ve Sufi tepkileri yayılır. Hazret de bunun üzerine seçme dervişlerinden birini özel bir hediye ile kınayıcı şeyhlerden birine yollar. Bir aylık yolculuktan sonra şeyhin huzuruna varan derviş hediyesini takdim eder. Paketi açılınca bir görülür ki, bembeyaz pamuk içinde akkor halinde bir köz parçası yollanmıştir. Ne pamuk yanmış, ne köz sönmüş; bir aylık yoldan buraya birbirlerine sarılı halde paketlenmiş olarak gelmişler. Yesevi hazretleri 'eğer kadını ateş, erkeği pamuk görüyorsan veya tersini düşünüyorsan, işte bak, ben hiçbirine zarar vermeden ikisini bir arada tutabiliyorum' demeye getirir. O şeyh de bir daha Ahmet Yesevi'yi kınamaya cüret etmez.
KINANAN EKSİK DEĞİL Türk dünyasında kadınların en kolay soluklanabildiği, dini ve mistik hayatın içinde en fazla yer alabildiği ortamlardan biri de, kök itibariyle Yesevilikle bağlantılı Bektaşiliktir. Zikir başta olmak üzere bazı ibadet ve ayinlerde kadın-erkek birlikteliği yüzünden Bektaşiler'in çok ağır eleştiri ve iftiralara uğradıkları bilinir. Doğrusu Bektaşiler'in bu tür ithamları pek önemsedikleri de yoktur. Belki biraz da bu umursamazlık veya kendine güvenden ötürü Bektaşilik -ve daha genellemeci bir tutumla Alevilik- hakkında tamamen sapkın suçlamalar görülebilmiştir. Buna karşılık Türk halkı arasında en yaygın tarikat olan Kadirilikte kadınlar olabildiğince saygın ve özgür bir hareket alanı bulmuşlardır. (Esasen sadece Türkiye'de değil dünyanın dört bir yanında Kadirilik içinde kadının hayli onurlu durumu dikkati çeker.) Rıfailik yolu da, yayıldığı coğrafyalarda kadının haysiyetinin korunabildiği huzur alanları oluşturabilmiştir. Bu farkta en büyük etkenlerden biri, tarikatın önderi Ahmet Rıfai'nin eşi Rabia Bin Ebi Bekir'in benzersiz Sufi kişiliği olsa gerektir. Gerçekten şeyhin eşi Rabia hanım 'Allah sevgilisi, fakirlerin anası soylu kadın' olarak hayranlık kazanmış bir hanım Sufi yıldızıdır.
SIRLI GÜZELLİKLER Rıfailik Türkiye'de yakın zamanlara kadar etkinliğini sürdürmüş, halen yaşayan bir tarikat olarak kadınlara verdiği farklı ve özel yeri de korumaya devam etmiştir.Ayrıca günümüzde de, tasavvuf kültürünün özel deyimi ile 'sırlı' diye tabir edilen pek çok kadın Sufi yaşamaktadır. (Aynı deyimle tanımlanan erkek Sufiler de çoktur.) Şüphesiz buradaki sırlı deyimi, tarikatların yasaklı oluşundan ötürü kanun takibinden kaçmayı anlatmak için kullanılmamaktadır. Anlatılmak istenen, erkeği ve kadınıyla bu tür Sufilerin şöhretten en korkunç afetten kaçar gibi kaçmalarıdır. Bunlar kendilerine mürit edinmek gibi bir tasa gütmez, sınırlı sayıda özel dervişlerini derinlemesine eğitip geliştirmeye çalışırlar. Şüphesiz hakiki Sufi zümresinden sayılan bu kimselere karşılık sayısız şarlatan da ortalıkta dolaşmaktadır. Hatta bunların içinde gazete ve televizyonlara malzeme olmuş Peygamberlik taslayıcısı kadınlara da zaman zaman rastlanmaktadır.
|
|
|
|
|
|
|
|
|