Anlama zamanı
Son zamanlardaki gelişmelere bakıldığında Türk dış politikasının rasyonel bir zemine oturtulması çabalarının hız kazandığı görülüyor. Başbakan Tayyip Erdoğan, meclis gurubuna hitap eden konuşmasında Türkiye'nin dış politika rotasını nihayet kesin çizgilerle belirledi. Başbakan'ın konuşmasından da ABD ile ilişkilerin onarılmasının gündemin ön sırasına geçtiği anlaşılıyordu. AB konusunda kişisel bir kırgınlık yaşayan Başbakan'ın bu meseleyi de normal siyasi mecrasına oturtması gerekecek. Türkiye'nin yakın müttefikleriyle arasında çeşitli nedenlerle ciddi bir güven bunalımının yaşanması dış politikadaki savrulmanın altında yatan görünen unsurlardan birisi. Ancak asıl uluslararası sistemde yaşanan köklü dönüşüme odaklanmak gerekiyor. Dışişleri Bakanlığı'nın eski müsteşarı emekli büyükelçi Özdem Sanberk, Radikal gazetesinde 28-30 Nisan tarihleri arasında yayımlanan ve Türkiye'nin kendisine pahalıya mal olacak bir atalet, ufuk darlığı ve zihinsel yorgunluk içinde olduğunu savunan kapsamlı "Zamanın Ruhu ve Türkiye" başlıklı yazısında sorunlara şu değerlendirmeyle yaklaşıyor: "Transatlantik camiasının 21. yüzyılın içinde bulunduğumuz şu ilk yıllarında oluşmaya başlayan yeni gündemini, sırf Bush yönetiminin kendi gündemi sanarak bu gündemi ıskalamakta olmamızın da, Amerika ve Avrupa ile bu sıralarda yaşadığımız sıkıntıların temelinde yer aldığını teslim etmemiz gerekecek."
Karadeniz "sınırı" önemli 1990'ların başında Türkiye'nin izlediği, ve kendisinin de mimarları arasında bulunduğu dış politika sayesinde Türkiye'nin değişimin öncülerinden birisi olduğunu savunan Sanberk, bugünkü gidişin Türkiye'nin marjinalleşmesi sonucunu vereceği kaygısını tüm yazısında işliyor. Bu durumda Türkiye eğer çevresindeki gelişmeleri doğru değerlendirmez ve Balkanlar, Karadeniz ve Ortadoğu'da tutarlı bir dünya görüşüyle şekillenmiş siyasetler oluşturamazsa, "rotasını çağdaş dünyanın gittiği istikamete doğru süratle çevirmezse, yalnız Avrupa'nın ve Amerika'nın değil dayanışma bekleyen komşu halkların da saygınlığını kazanması ve bu bölgelerdeki tarihi ve kültürel varlığımızı koruması, siyasi ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirebilmesi mümkün olmayacak". "Karadeniz bölgesi(nin) Transatlantik sistemin uluslararası tehditlerin kaynağı sayılan Ortadoğu ile karşılaştığı kırılma noktası" oluşu Türkiye açısından büyük önem taşıyor. Zira Türkiye'nin Yunanistan'ın gerisinde kaldığı Balkanlar'ı Kafkaslar ve ötesiyle birleştirecek, dolayısıyla AB'nin refah ve barış alanını buralara taşıyacak ara bölge Karadeniz. Üstelik burada ABD ve AB'nin çıkarları da çakışıyor. Tüm bu bölgelerle komşu olan, girift ilişkileri bulunan, güvenlik politikaları açısından kritik öneme sahip Türkiye'nin siyaset üretme sürecine katkıda bulunması şart. Bunu gerçekleştirirken de kendisinin Batı sistemi içinde olduğunu içine sindirerek hareket etmesi ve AB süreci dışında kalmaması gerekiyor. Önümüzdeki 20-25 yılda dünyanın yeni yapılanmasını, Türkiye'nin de 55 yıldır üyesi olduğu Batı ittifakı içindeki ülkeler gerçekleştirecek. Toplum ve devlet olarak Türkiye'nin bu gerçeği yok sayma, etrafındaki demokratik arayışlardan çekinme, "uluslararası eğilimleri iyi izleyemediğimiz için etrafımızda olan değişimi tehlike olarak algılama" gibi lüksü yok. Kısacası Türkiye'nin ideolojik bakışla belirlenecek bir dış politika yaklaşımını kaldırması mümkün değil. AKP ve hükümet bu gerçekleri ne kadar çabuk anlar ve siyasetin gündemini bu yönde belirlemeye başlarsa, Türkiye toplumunun çıkarlarını o kadar iyi koruyor olacaktır.
|