Giremezsin!
Dün şu bölgede "Büyük köprü" olmaya niyetlenmiş ülkenin kendi iç köprülerini kurmaktan ve takviye etmekten aciz kaldığını söylerken, kastım buydu: Birileri, mesela Avrupa Birliği'nde birileri... Yahut şahsen herhangi bir Batılı bizi neden "yabancı", öteki, itici, hatta hatta tiksindirici buluyorsa... Biz, şahsen kendimiz, birbirimizi aynen öyle buluyorduk zaten. Onların "aramıza giremezsin" diye dayatırken buldukları nedenlerin hemen hepsi burada, bizzat kendi aramızda da mevcuttu.
Yoksulluğumuzdan, yoksulumuzdan tiksinen de... Onların aralarına karışmasından nefret eden vardı. Yoksul oylarıyla iktidar olan Başbakan bile zaman geliyor, onları "şehre sokmamak için" projeleniyordu. Etnik, dini farklılıklardan ötürü birbirinden nefret eden, birbirinin mekanına bulaşılmamasını isteyen de vardı. Kürt köyünde Türk'ten hoşlanmayan, Türk ilçesinde Kürt'e hırsız, yabani diye bakan da... İnancın şefkat ve ahlakından nasipsiz, Alevisin diye işe almayan, yan bakan da.
"İnancı"nı veya geleneğini örtünerek idrak ettiği için... Genç kız, eş, anne, her yere girebilen erkek anası, askerşehit anası, işsiz, diplomasız, ev kadını, otobüs yolcusu, vergi mükellefi, seçmen, çarşı pazarda müşteri, gazete okuru ve tiraj, TV izleyicisi ve reyting, tüketici, tarlada, atölyede üretici, fabrikada işçi, aşık yahut hiç sevdalanmamış, yoksul ve zengin, şık yahut perişan, trafik kazasında, depremde ölü, tabutta son yolculuk, kabristanda taş, toprakta bir kemik, dul ve yetim, hanımefendi yahut temizlikçi, tezgahta dokumacı yahut evde ağır işçi, düğünlerde gelin ya da kayınvalide, teyze, abla, büyükanne, hasta veya düşkün, hayırsever yahut muhtaç, cömert ya da bencil, kredi kartı sahibi veya pazar artığı karıştıran, taksitli alışverişlerin kitlesi, nüfus sayımlarının hane halkı, iyiliklere dua eden veya acılara ağıt yakan, mahkemede sanık, tanık, cezaevinde mahkum, mutlu veya bahtsız, namus bekçisi ya da töre kurbanı, şefkat dolu evlerin direği yahut dayak mağduru, ailevi baskıların kaynağı yahut mazlumu olabilen... İyisiyle kötüsüyle tüm özel alanların, çeşitli kamusal durumların bir parçası olan "kadın ve kız" bir yerlere giremiyordu. Memlekette "Bütün kızlar okula" kampanyaları düzenleniyor, ama "bütün kızlar" 18'inde yetişkinliğe adım atarken "bütün okullar" a giremiyordu. Yetenek, çalışkanlık, umut, hayal, meslek edinme arzusu, fırsat eşitliği, eğitim hakkı; "kapalı başları" nın diyeti olarak duvara çarpıyor... "Başı açık üniversite" kendini kendi vatandaşlarının bir kısmından korumak için kafasını, kulağını, yüreğini. kapısını kapıyordu. "Kapalı baş" ı "geri ve cehalet simgesi" sayanlar, onları "geri" sin geriye ittirerek "cehalet" i kaderleri yapıyordu. "Kapalı baş" ı birey haklarına aykırı, ailevidini dayatma sayanlar, "her türlü dayatma" nın bir fikir, bir kültür ve kurum olarak tahkimini sağlıyordu. "Kapalı baş"ı özgürlüğe aykırı sayanlar, "kamusal alan" ı kendi malları gibi tanımlayarak özgürlükleri ve kamunun parçası olan herkesin kamusal alana katılım hakkını sınırlıyordu. "Kapalı baş" ı dini, siyasi simge sayanlar, yetişkin hayatlara dahi simgelerle müdahaleyi "değişmez hukuk" sanıyordu.
"Köprü ülke" nin kendi içindeki köprüler yıkık, kırık, dökük... Kendi içindeki köprüler yer yer aşılmaz, geçilmezdi. "Bölünmek" ten korkan, hep "birlik, beraberlik" diye inleyen ülke, ruhunu paramparça ederek, bölünüyor, bölünüyor, bölünüyordu. Önce, "demokrasi" diye bağırıp duranlar hayatın her anında ve alanında "adil ve hakkaniyetli birer demokrat" olacak ki... Köprüler yaptıralım bu yollarda beraber yürümeye!
|