|
Dünya starı oldu ama hala amatör ruhlu
|
|
İstanbul Film Festivali'nin ünlü konuğu Harvey Keitel çağın en iyi oyuncularından biri sayılmasına rağmen son derece alçakgönüllü.
Harvey Keitel'i yıllar önce Cannes'da bir partide görmüş ve İstanbul'a çağırmıştım. Gülerek "İstanbul mu? Hiç vakit bulup geleceğimi sanmıyorum" demişti. Ama işte köprülerin altından çok sular aktı. Ve sevgili Hülya Uçansu'nun bir festival jürisinde yönetmen Jane Campion'la tanışıp dost olması sayesinde, Campion'un "Piyano" ve "Kutsal Duman" filmlerindeki baş aktörü, dolayısıyla yakın dostu olan Keitel de İstanbul'un konukları arasına katıldı. Yerleştiği Çırağan Kempinski'deki kral dairesini beğenmeyip ille de "Boğaz'ın üstünde" bir suit isteyen ve taşınan Keitel, gerek basın toplantısında, gerekse yaptığımız özel konuşmada son derece alçakgönüllü gözüktü. Karşımızda gerçekten de star konumunda bir oyuncu vardı. Ama o öyle gözükmüyor, yaptığı işleri, çektiği filmleri önemsemez gibi davranıyordu. Ama konuşma ilerledikçe akıllı, kültürlü, bilinçli bir oyuncu karşısında olduğumuz anlaşılıyordu. 1967'de Martin Scorsese'nin "Kapıma Kim Vuruyor?" adlı ilk filmiyle sinemaya başlayan Keitel'in yükselmesi kolay olmamıştı. Scorsese'le birlikte "Mean Streets", "Taksi Şöförü" gibi filmler çekmiş ama bu filmler baş oyuncu Robert de Niro'yu hızla zirveye taşırken, Keitel hep ikinci planda kalmıştı: Usta bir karakter oyuncusu. Ama baş roller için uygun değil! Ancak o yılmamış, ard arda ustalarla çalışmış: Robert Altman, Ridley Scott, Bertrand Tavernier, Nicolas Roeg, Ettore Scola, Barry Levinson, Quentin Tarantino, Abel Ferrara, Spike Lee, Theo Angelopoulos, İstvan Szabo. Kısacası çağın bütün ustaları: Amerikan, İngiliz, Fransız, Yunanlı, Macar, Vietnamlı...Onun için hiç farketmiyor.
BAHRİYELİ OYUNCU Soruyorum: Bu kadar enerjiyi nereden buluyor? Ve niye bu kadar çok film çekiyor? "Ben sıradan bir çalışan adamım" diyor. Enerjisiyse belki genlerinde gizli: Rumen bir anneyle İtalyan bir babadan dünyaya gelmiş olmasından.. Zaten ABD dışında en çok çalışan Amerikalı oyunculardan biri olması da kökenleriyle açıklanabilir. Çağın en iyi oyuncularından biri sayılıyor ama bu kolay olmamış. Yıllar boyu ünlü Actor's Studio'da Lee Strasberg ve Stella Adler gibi efsanelerle çalışmış. Tiyatroyu çok seviyor, bu sanatın ölümsüzlüğüne inanıyor, hala zaman zaman sahneye çıkıyor ve Actor's Studio'da öğretmenlik yapıyor. Bahriye'den gelip oyunculuğa sıvanan biri için şaşırtıcı değil mi? Oyunculuğu için belli bir yöntem önermiyor: "Bir karakteri oynamak için her şeyden yardım alınabilir. Oyunculuk metodlarından, rolüne iyi çalışmaktan, doğaçlamadan... Hepsi katkıda bulunabilir." Ama sette yönetmenle sağlanan uyumun büyük katkısına değinmeden de geçemiyor. 1939 (kimi kaynaklara göre 1941) doğumlu oyuncu, gençliğinde deniz kuvvetlerine yazılmış. "Ama savaşmadım. Kore'yle Vietnam savaşları arasındaki sakin dönemdi o. Ama disiplini, dostluğu, dayanışmayı, yardım duygusunu öğrendim." Hollywood'u yok saymıyor ama yüceltmiyor da: "Hollywood insanın kendi kendisini ifade etme ihtiyacını asla tam olarak karşılayamaz." Bu yüzden yeni projelere ve gencecik yönetmenlere son derece açık. Yakın yıllarda oynadığı "Üç Mevsim" adlı Vietnam filmini, senaryosunu çok beğendiği için kabul etmiş: "Vietnam'da çekilecek ilk Amerikan filmiydi bu. Ve çok iyi bir senaryoydu. Ben yazar-yönetmen Tony Bui diye 50 yaşlarında bir adam beklerken, karşıma 23 yaşında bir genç adam çıktı! Bu da gösteriyor ki, her zaman gençlere şans tanımalı ve fırsat vermeliyiz." Keitel basın toplantısını 8 aylık küçük oğlu Roman'la birlikte yaptı. Çocuk ağlamaları ve çeşitli espriler arasında... İkinci eşinden ilk kez çocuk sahibi olan sanatçı, Roman'la öylesine ilgiliydi ki... Çocuk hayatınızı değiştirdi mi sorusuna şöyle yanıt verdi: "Aynı soruyu yakın zamanda Sean Penn'e de sormuşlar. Şöyle demiş: 'Evet, artık emniyet kemerimi takıyorum.' Bu benim de cevabım olabilir".
İSTANBUL'U ÇOK SEVDİ Çok film çekmekle biraz eleştirilen Keitel, kimi filmleri para için yaptığını gizlemiyor: "Ama bu sayede aradaki yaratıcı veya bağımsız sinema örneklerine destek olabiliyorum. Çok az paraya oynayarak veya bütçesine katılarak." Bir film için öncelikle senaryoya baktığını ve öyle karar verdiğini söylüyor. Kimi batıl inançları da var: Tahtaya vurmak, merdiven altından geçmemek gibi... Bu hafta "Be Cool- Sakin Ol" adlı filmle (yaklaşık 100. filmi!) karşımızda olan Keitel, ilk kez geldiği İstanbul'u çok sevmiş. Uzunca kalacak ve kendi deyişiyle "Türkiye'nin doğasını, tarihini ve zenginliklerini tanımaya çalışacak."
|