Gelibolu
Tarih, şiddetin hiçbir sorunu çözmeyip sadece öteleyebildiğinin en güzel kanıtı.
Geçen hafta Doğuş Grubu'nun sponsorluğuyla yapımı gerçekleştirilen "Gelibolu" filminin galası için Londra'daydım. Savaşın ne kadar korkunç, insanlık için ne kadar yıkıcı olduğunun çok gerçekçi bir belgeselini gözlerim yaşararak izledim. Doğuş Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ferit Şahenk ve filme katkısı olan herkesi kutlamak gerekir. Savaşları artık sadece filmlerde izleyeceğimiz bir döneme girdiğimizi düşünürken dünya yeni gerilimlerin eşiğine gelmiş bulunuyor. 80'li yılların Marksist teorisyenlerinin fikriydi sanırım. Kapitalist ülkeler arası her savaşın yeni bir sosyalist devrime gebelik yaptığını, bu nedenle kapitalist ülkelerin aralarındaki çelişkileri savaş dışı yöntemlerle çözme yoluna gitmek zorunda olduklarını savunuyordu. Aynı görüşü geçen hafta bir Amerikalı diplomatın armağan ettiği kitapta görünce irkilmedim desem yalan olur. Bush'un son dönem politikalarını savunmak amacıyla yazılan kitapta aynı yoruma rastlamak beni cidden şaşırttı. Kitapta Gramschi'den Marx'a kadar birçok solcu düşünüre yapılan atıflar da çarpıcıydı. Ama hepimizin asıl dikkat etmesi gereken, savaş tehlikesinin giderek artan bir gerçek haline gelişi olmalı. Çin-Japonya geriliminden Amerika'nın Ortadoğu'ya yeni bir çehre dizaynı hedefine kadar bütün gelişmeler "diplomasinin silahlı yollarla devamı" anlayışının dünya sistemine yeniden dönüşünü haber veriyor sanki. Oysa teknolojideki gelişmeler, ülkeler arası serbest seyahatin yarattığı beyin göçü dalgası, silah sanayisinin ekonominin asıl itici gücü olmaktan çıkması gibi gerçekler savaşın artık demode bir yöntem olduğunu söylüyordu sanki. Ama ulus-devlet çok ulusluluğa direniyor. Fransa'da Avrupa Birliği Anayasası'na hayır demeye hazırlanarak, Avrupa'nın birçok ülkesinde İslam'ı düşman ederek, Amerika'da enerji kaynaklarını doğrudan denetim iştahını azdırarak dünyayı tehlikeli bir yola sürüklemeye çalışıyor. Bu noktada dünyanın tüm barışsever, demokrat insanlarına tarihi bir görev düşüyor. Tarih, şiddetin hiçbir sorunu çözmediğinin, sadece bir süre öteleyebildiğinin en güzel kanıtı. Bu şiddet atmosferi, ne yazık ki, ülkemizi de yakından etkiliyor. Tartışarak, konuşarak halledebileceğimiz konular bir anda ulusal sorun haline geliyor. Görünmeyen bir el veya eller, piyasayı değil ama şiddet ortamını düzenliyor. Akıl yerini hızla demagojiye bırakıyor. Öyle bir ortama giriyoruz ki, Avrupa Birliği'nin en ateşli savunucu Başbakan Erdoğan bile "Bizi bölmeye çalışan ama bizim karşısında dik durduğumuz bir Avrupa Birliği" nden söz etmeye başlıyor. Sanki kendisini iktidara getiren ve o iktidarda meşruiyet bulmasını sağlayan anlayışın kapalı bir milliyetçilik değil de, büyük bir gücün etkin bir parçası olma isteği olduğunu bilmez gibi davranıyor. Tarihin en büyük değişim noktalarından birindeyiz. Bir kısım yerleşik güçler, etkilerini kaybediyor. Bunun çok açık farkında ve bu gerçekten büyük rahatsızlık duyuyor. Onlar tarihin akışını değiştiremez ama sekteye uğratabilir. Bu ülkenin aklı başında insanlarına düşen, tarihin tekerleğine çomak sokmak isteyenlerin oyununa gelmek olmamalı. Ülkemizin değerlerini, çıkarlarını savunmaya elbette hepimiz varız. Ama sorunların şiddet yoluyla çözümüne hep birlikte karşı olmamız da gerekir.
|