Bill Gates'e sevgilerimle!
Her senaryo yazma günümde olduğu gibi, bilgisayarımın başındayım. Önümde vanilyalı kahvem, karşımda yanıp sönen 'alçak cursor'! Hikayelerimi, bağlantı noktalarımı, sahnelerimi, dün geceden hazırlamışım. Tatlı tatlı diyaloglamaya başlayacağım. Sağ alt köşede bir kutucuk çıkıyor; 'Güncellemeleri yüklemek istiyor musunuz' konulu. Bu haftada birkaç kere çıkıyor, ben de her seferinde 'iptal' seçeneğini tıklayıp, hayatıma mutlu mesut devam ediyorum. Bilgisayarlara bakış açım şudur, "Çalışıyor mu? Memnun musun? O zaman hiç dokunma, güncelleme, temizleme!" Bu sefer ne oluyor bilmiyorum. Şeytan mı dürtüyor, yoksa bilgisayar uzmanımız Kevork'un "Bu güncellemeleri düzenli olarak yükleyin, aman diyeyim" lafını mı hatırlıyorum, 'yükle' seçeneğini tıklayıveriyorum! Ve iyi halt ediyorum! Ben ne bileyim Microsoft'un 'Service 2 Pack' adında, bütün işletim sistemini değiştiren ve birçok bilgisayarla uyum sağlayamayan tuhaf bir güncellemesi olduğunu... Ve bunun çoğu bilgisayarı çökerttiğini! 'Bilgisayarı yeniden başlat' kutusuna tıklamamla, hayatımın kararması bir oluyor. Bilgisayar açılması için gereken işlemleri, kontrolleri yapıp yapıp, başa dönüyor! Acilen çağırılan Kevork geliyor ve diyor ki: "Sizi uyarmalıydım! Microsoft'un böyle bir güncellemesi var. Tanıdığım herkesin, ben de dahil, bilgisayarında aynı durum oluştu!" E ne olacak?
KAHVE ÜZERİNE KAHVE... Bilgisayarın hafızasındaki her şey başka bir bilgisayara yüklenecek, işletim sistemi baştan kurulacak! Sinirlenmeye başlıyorum: "Bana zaman söyleyin, zaman!" "Birkaç saat veya daha fazla!" cevabını alarak yıkılıyorum! Bill Gates'e Kevork'la birlikte tüm iyi dileklerimizi arka arkaya sıralıyoruz! O arada 'Avrupa Yakası'nın reji ekibi arıyor, "Senaryo yarın sabaha olur mu?" diye! Murat'ın bilgisayarına geçip çalışmaya uğraşıyorum. Deplasman iyi gelmiyor. Başka oda, başka klavye, başka bilgisayar. Konsantre olamıyorum, kahve üzerine kahve içiyorum. Birkaç saat sonra bilgisayarım hazır. Sevinç içinde oturuyorum, sadece şunları yazabiliyorum: 'İÇ.SALON.GECE' ve elektrikler kesiliyor! Evet, 'Karamazov Kardeşler' veya 'Savaş ve Barış'ı yazmadığımın farkındayım! Ama bir yazar için bu kadar elverişsiz ortam olmaz ki kardeşim... Bir saat sonra elektrikler geliyor. Hevesle oturuyorum: "Aslı, Volkan, anne, baba, salonda otururlarken..." ve zır telefon! Kadın sesi şöyle diyor: "Ben bilmem ne güzellik salonundan arıyorum, anketimize cevap verirseniz yapılacak olan çekilişte..." "Bir dakka!" diyorum. "Siz kimi aradınız?" Tarihi bir cevap geliyor: "Ben kimi aradığımı bilmiyorum, anket yapıyorum!" "İlgilenmiyorum" deyip kapatıyorum. Zır bir daha telefon! Aynı kadın! "Eğer bu anketimizi cevaplarsanız, çekilişte..." Sesimi yükselterek, kendi açımdan tarihi bir cevap veriyorum! Tarihi olmasının sebebi, kendimi de şaşırtarak yumuşak da olsa, konuşmamı küfürlerle süslemem! Kendimi artık tanıyamıyorum. Saat yediye geliyor, 56 sayfalık senaryonun sadece bir satırı var! Derin nefes alıyorum, bir kahve daha, kendime telkinler yapıyorum ve başlıyorum: "Cem son derece mahcuptur, elinde çiçekler..." ve çekiç sesi başlıyor!
YOK SENARYO MENARYO... Çekiç değil de, balyoz diyelim biz ona! Sanki bir duvar kırılıyor. Ya da benim enseme bir resim asılıyor da olabilir! Ne yazık ki İstanbul'un en çok tadilat yapılan, aynı zamanda da en ince duvarlı apartmanında oturuyorum. En alt kattaki mobilya mağazası, tadilat ve dekor değişimi için cumartesi-pazar sabah erken saatleri, bir de akşam saatlerini tercih ediyor! Sebep: Müşterileri, gündüz saatlerinde rahatsız etmemek! Sanıyorum apartman sakinleri kümesiyle, müşteri kümesinin bir kesişim kümesi olabileceği fikrini benimsemiyorlar. Haklılar, artık hayat boyu olacağını da sanmam! Çekiç sesi, tüm seslerin katılarda, havadan daha kolay ve net iletildiği prensibini doğrulayarak, bizim kata kadar gücünü ve titreşimini yitirmeden çıkıyor. Kafam kazan olmuş, yine de dört ayrı hikayeyi bağlama ve on iki farklı karakteri aynı anda kendi tarzlarında konuşturma çabası içindeyim. Rejiden yine arıyorlar: "Senaryo ne alemde, hihih?" Hiç gülecek durumda değilim. "Yok senaryo menaryo" diyorum! Eskiden senaryo mu varmış! Sabah dörtte işim bitiyor. Senaryo iyi de, ben kötüyüm. İçtiğim kahve sayısını hatırlamıyorum, dönüp durarak yediye doğru uyuyorum. Koskoca elektrik şirketleri, güzellik salonları, mobilya mağazaları, hele ki o kadar parasından pulundan utanmadan, o Stephen Hawking kılıklı Bill Gates, zavallı, genç bir senaristin ekmeğiyle, kariyeriyle oynuyor ya, pes!
|