| |
|
|
Yabancı mı olduk şimdi birbirimize?
Yabancılaşma (Alienasyon) en etkili biçimde Karl Marx tarafından kullanıldı siyaset tarihinde. Marx'a göre, işçiler kapitalist üretim sürecinde kendi sınıflarına yabancılaşıyorlardı. Bu yabancılaşma onların sade günlük yaşantılarını değil, bilinçlerini de etkiliyordu. Dini inançlar vicdanları yabancılaştırıyordu, ekonomik yabancılaşma ise gerçek hayatı etkiliyordu. Yabancılaşma daha sonra çok farklı alanlarda değişik düşünce sahipleri ve farklı mesleklerin mensupları tarafından sık sık kullanılır oldu. Örneğin ulusalcılara göre globalleşme, insanları kendi kültürlerine ve değerlerine yabancılaştırır. Örneğin kavgalı ayrılıkların ertesinde, çocuklar ebeveynlerine yabancılaşırlar. Buna İngilizce'de "Parental Alienation Syndrome" deniliyor. Bir de "Yabancılaştırmak" kavramı var. Bunu, dışlanmak, aşağılanmak gibi anlamlar içinde de görebiliriz. Örneğin bir toplumda bazı kesimler (Siyahlar, solcular, sağcılar, azınlıklar v.b) kendilerinin resmi ideoloji veya çoğunluk tarafından dışlanıp, yabancılaştırıldıklarını düşünmeye başlıyorlar. Bu düşünce sonunda örgütlenip, şiddet eylemleri koymaya kadar dayanabiliyor. Kısacası "Yabancılaşma" artık günlük yaşama yerleşmiş, hemen her konuda kullanılabilen bir kavram. Mesela "Bush yönetiminde Amerika dünyaya yabancılaştı" dersek, bunu herkes anlamaz mı? Bir de insanların kendi mesleklerine yabancılaşması meselesi var ki, bizler bunu Türk toplumsal yaşamında basında da, siyasette de sık sık görürüz. İşin kötüsü şu anda bu olgunun şiddetlenerek siyasi yaşamımızı etkilemeye başladığına tanık olmaktayız. Hepimiz biliyoruz ki, Başbakan Erdoğan liderliğindeki seçilmiş tek parti iktidarı, AB'den müzakere tarihinin alındığı 17 Aralık'a kadar sergilediği başarıyı bundan sonra da sürdürürse, bundan bütün Türkiye yararlanacak. Ama bazılarımız iktidarın 17 Aralık'tan sonra ipe un sermeye başladığını düşünüyor ve bunu eleştirilerimizle seslendiriyoruz. Başbakan Erdoğan ise bu endişeleri gidermek yerine, sert üsluplu polemiklere giriyor. AB yolculuğunda kendisine en büyük desteği veren sivil toplum örgütleri ve medya mensupları ile, arasını açıyor. Sonuç ortada. İlgili bütün taraflar giderek kendi mesleklerine yabancılaşmaktalar. Medyada da, bazı toplum kesimlerinde de "Bunlardan hayır gelmez. Zaten bunlar böyledir" düşüncesi oluşmaya başladı. İktidarın da kendisini eleştiren meslek sahiplerine karşı "Zaten bunlar benim çevremden değil. Bunlar bana yabancı" düşüncesine kapıldığını görmemek imkansız. Oysa demokratik, çoğulcu ve katılımcı sistemlerde, ne medya, ne de sivil toplum örgütleri siyasetçilerin alternatifidir. Başbakan Erdoğan giderse onun yerine ne bir gazete yazarı, ne de mesela TÜSİAD Başkanı gelir. Demokrasilerde siyasi iktidarlar medya aracılığı ile kamuoyunu aydınlatırlar, medyadan yansıyan görüş ve haberlerle de, toplumun kendileri hakkında ne düşündüğünü anlayıp, başarılarını ölçerler. Oysa şimdi Erdoğan medyayı nasıl tersleyebileceğini düşünmekte, karikatüristlere davalar açmakta. Medyada ise hızla "Erdoğan'a haddini nasıl bildiririz" arayışı egemen olmakta. Biz bu yabancılaşma süreçlerini daha önce de defalarca yaşadığımız için, bunun artık can sıkıcı olmaya başladığını ve mide bulandırdığını düşünenlerdeniz.
|