Bir vize öyküsü!..
Solingen davasında yargılanan dört sanık birkaç metre ötemde oturuyordu. Mahkeme binasının dışında toplanan yaklaşık iki yüz kişi, adaletin yerini bulması için bahçe duvarına astıkları pankartların altında sessizce bekleşiyordu. Beş Türk'ün yakılarak öldürüldüğü bu insanlık dışı olayı lanetlenmek için toplananlar arasında Türkler de vardı, Almanlar da... Sahi, unuttunuz mu Solingen davasını?. Ben, beş emekçimizin Almanya'nın Solingen kentinde Neonaziler tarafından öldürüldüğü bu korkunç olayın mahkemesine katıldım, hem de Deniz Gezmişler'in avukatı Halit Çelenk ile birlikte!.. Hakim, Sayın Çelenk'in ve benim mahkemeye izleyici olarak katılmamıza izin vermekle kalmamış, oturum sonunda bizi odasına davet ederek, sohbet de etmişti. Elbette bu ilgi, ülkemizdeki bir hukuk abidesi olan sevgili Halit Çelenk'e idi! İkinci Dünya Savaşı'nda katliamları yapan, yüz binlerce masum insanı katleden Hitler yanlılarına "Alman" denmez, denilemez. Ben, her gösteride, yazılarımda, söyleşilerimde bu konuda dikkatli davranır ve "Naziler" tanımını kullanırım ki, doğru olan da budur. Birkaç hafta önce on iki yaşındaki çocuğu "terörist" sanma gerekçesiyle katledenlere "Türk" ya da, Doğu'yu kan gölüne çevirenlere "Kürt" denilemeyeceği gibi, bir başka terör örgütü olan Asala'ya da "Ermeni terör örgütü" denilmesine karşıyım. Ne zaman böylesi yaklaşımlar duysam aklıma Alman, Kürt, Ermeni dostlarım gelir ve kendimi onlara karşı suçlu hissederim. Teröristlerin, silah tüccarlarının istediği de zaten halklar arasına düşmanlık tohumları serpiştiren böylesi tanımların yapılması değil midir? İşte bu yüzden, sevgili kardeşim Metin Uca'nın Almanya Konsolosluğu'nda yaşadığı olayla ilgili kimi haberlerdeki "Hitler" benzetmeleri beni üzdü. Çünkü, çıkan yazılarda, Almanya'dan kültür vizesi almak isteyen kardeşimin yaşadıklarıyla "Hitler dönemi" Almanyası arasında benzerlikler kurulmaya çalışılıyordu. Her şeyden önce bu tür yaklaşımlar, İkinci Dünya Savaşı'nda öldürülen masum insanların kemiklerini sızlatır, "Bizim yaşadıklarımız bu kadar ucuz mudur", diye!.. Sonra, bugünün Ermenistan'ını düşünelim... Kısa bir süre önce aralarında Nihat Genç, Nebil Özgentürk, Aydın Çubukçu ve Can Dündar'ında bulunduğu bir grup yazarın bu ülkeye yaptıkları ziyaret sonrasında birleştikleri ortak konu şuydu; Türk oldukları için gittikleri her yerde 1915'te yaşanılanların sorumluları olarak görülmek!.. Yazarlarımız bundan son derece rahatsız oldu ve bir halkın sürekli olarak düşman gösterilmesinin nasıl bir öfkeye yol açacağına tanık olarak geri döndü. Almanya ya da bir başka ülkeyle kurallar, kanunlar konusunda sorun yaşayabiliriz. Bu sorunlar karşısında elbette hakkımızı sonuna kadar arayacağız ama bunu yaparken orta yere, tarihten kötülükleri değil, güzellikleri; düşmanlıkları değil, dostlukları taşımalıyız. Metin Uca'nın vize talebine "dört gün sonra" ret cevabı geldiği yazılıydı bir haberde. Oysa ben, Metin kardeşimin beni durumdan haberdar etmesiyle, Almanya Konsolosluğu'ndaki okurumu telefonla aramış ve neyin eksik olduğu konusunda bilgi rica etmiştim. Aldığım yanıt, Metin'in fotoğrafında ve hayat sigortasında küçük, halledilebilir bir sorun yaşandığı ama işlemleri yapan asistanının başvuru formunu geri çektiği yönünde oldu. Yani, ortada "Metin Uca kültür vizesi alamadı" diye bir sorun oluşmadı. Bu duruma gelinebilmesi için, vize başvurusunun kurallar çerçevesinde eksiksiz olarak yapılması gerekiyor. Eğer, başvuruyu yapar, evraklarınızı içeri verir ve size bildirilen tarihte pasaportunuzu almaya gittiğinizde reddedildiğinizi öğrenirseniz, o zaman vize alamadınız demektir. Bütün bunları neden mi açıklıyorum? Çünkü, benim güzel kardeşimin canı sıkılmasın diye, Almanya Konsolosluğu'ndaki okuruma (ki aslında tamamına yakını okurumdur) fotoğrafın istenilen ölçülerde olması ve hayat sigortasında da "Avrupa ülkeleri"ni kapsadığını belirtir ifadenin yer alması durumunda bir sorun yaşanılıp yaşanılmayacağını sormuştum. Telefonun karşısındaki sesin gülümseyen yanıtı şu olmuştu: "Sunay Bey, Metin Uca tanınan ve bizim de çok sevdiğimiz bir sanatçı. Bir yıllık vize talep etmiş, ama isterse üç yıllık vize alabilir." Metin Uca'nın asistanı randevu kağıdını geri vermişti; belgeleri yeniden içeri girip sunması zor olacaktı. Bu durumu anımsattığımda ise duyduğum yanıt şu oldu: "Biz kapıya Sayın Uca'nın adını veriyoruz. Hiç sorun değil, bekletilmeden içeri alınacak. Saat 12.00'ye kadar buradayız." Ama saat 11'e geliyordu. Güzel kardeşim bir saatte yetişemeyebilir!... Yanıt: "Biz Metin Uca için saat 15.00'e kadar bekler, evrakını işleme koyar, vizeyi yetiştiririz." Oysa, vize talebi için başvuruların sona eriş saati 12.00 idi!.. Metin Uca için tüm esneklik sağlanmıştıFotoğraftaki kahverengi çizgi sorunu mu?.. Onu da sordum; Uca'nın fotoğrafı istenilenden küçük boyutlardaydı ve arka fonun açık renkte olması gerekiyordu. Sorun, sevgili kardeşimin fotoğraftaki cisminde değil, teknik kısmındaydı. Konulan kurallar buydu ki, bu istekleri oluşturan da vize taleplerinde yaşanılan, daha doğrusu bizim yaşattığımız suistimallerdi. Nasıl ki, arabanızı otoparkta çizgiler arasına çekmeniz gerekiyorsa, formdaki fotoğrafınızda da çizgi konusunda aynı hassasiyeti göstermemizi istiyorlardı. Sonuçta, güzel kardeşimin canının sıkılmasını önleyemedim ve daha da beteri, konuyla muhatap olan memure, üzüntüden rahatsızlanarak hastaneye kaldırıldı! Çünkü o, Almanya Konsolosluğu'nda çalışanlar arasında Metin Uca'yı en çok seven idi. Siz aldırmayın tüm bu olup bitenlere; benim güzel kardeşim vize alma konusunda da, gönül alma konusunda da "1" numaradır!.. İnsanın adı "Metin Uca" olunca sevilmemesi, kendisine yardımcı olunmaması mümkün müdür!?..
|