| |
Das Kapital
Türkiye'de baskısı yapılan Hitler'in Kavgam isimli kitabının çok satması Almanlar'ı telaşlandırmış... Adamlar haksız değil. Dünyanın en büyük savaş suçlusu sayılacak bir adamın kitabının bu kadar rağbet görmesi şaşırtıcı. Fakat Almanlar'ın, neredeyse 150 yıldır yakın dostluk yaptıkları Türkler'i hâlâ iyi tanıyamadıklarını da gösteriyor bu endişeleri... Kimse benden bunu ispat etmemi beklemesin ama kişisel düşüncem şudur ki, Türkler'den ne faşizm çıkar ne de komünizm. Nitekim, uluslar arası rüzgarların bu iki yönde estiği tarihi dönemlerde Türkiye'de çıka çıka bu akımların taklitleri çıkmıştır, o kadar! Onun için bu memlekette Hitler'in kitabı değil, 20 bin, 20 milyon da satmış olsa, endişelenecek bir durum hasıl olabilemez. Hitler'in kitabının insanları ikna edecek bir performansa sahip olmadığını bir yana bırakalım. Çok daha felsefi, ideolojik ve politik dünya çapındaki eserler bile Türkiye'de tam anlamıyla anlaşılmamıştır. Kendi kişisel maceralarımdan biliyorum bunu. İsterseniz anlatayım. 70'li yılların başıydı. Dünyada "veba salgını" gibi bir sosyalizm salgını vardı. Marx'ın, Engels'in eserleri leblebi çekirdek gibi Türkçe'ye çevrilip dağıtılıyordu. Liseliydik çoğumuz, mahalle arkadaşlarımızla bu kitapları sırayla alıp okuyorduk. Felsefenin Temel İlkeleri, Komünist Manifesto, Lenin'in "Ne Yapmalı" ve "Bir Adım İleri İki Adım Geri"si falandı ilk kitaplar. Das Kapital'e, Anti-Dühring'lere sonra sıra geliyordu. Kendisine kitap verilen herhangi bir arkadaşımızın, ortalama 1 hafta okuma süresi vardı. O bitirip getirecek ki, başkası okuyabilsin. Sonra da aramızda tartışıyorduk, kitaplardan ne anladığımızı... Hemen söyleyeyim ki, kimsenin doğru dürüst bir şey anladığı yoktu. Ağzı biraz daha laf yapan, ahkam kesiyordu, o kadar. Arkadaşlarımızdan birine, hiç unutmam, galiba Das Kapital'i vermiştik, okusun diye... Bir hafta geçti ses seda çıkmadı. İki hafta geçti, yine ses çıkmadı. Üçüncü hafta arkadaşımız geldi. Mevsimlerden yazdı. Havalar çok sıcaktı. Arkadaşımızın elinde Das Kapital'i görünce, sevindik galiba okuyup bitirdi diye... Toplandık, sorduk arkadaşa... Neler anladığını... Hiç unutmam, şöyle demişti bize: "Arkadaşlar, üç haftadır bu kitabı okumaya çalışıyorum. Ne kadar mücadele ettiğimi anlatamam. Ama ilk 50 sayfasını bile bitiremedim." Eee, dedik, ne olacak yani... Şöyle devam etti: "Benim devrimci olmam için ille de Das Kapital'i bitirmem gerekiyorsa, ben devrimcilikten vazgeçiyorum." Aynen böyle demişti. Biz de, zorlamadık. İnsanların Das Kapital'i falan okumadan da devrimcilik yapabileceğine karar verdik. Tabii bu bir örnek teşkil etti ve arkadaşlarımızın çoğu hiç bir halt okumadan devrimciliğe giriştiler. Sonunu biliyorsunuz. Okuyanlar da zaten, okuduklarının yüzde 80'inin anlayamıyordu ki, bir tek diyalektiği sökebilmek için gruplar halinde günlerce gecelerce tartışmak zorunda kalmıştık. Türkiye'nin gençlere sunduğu eğitim alt yapısı, gerçek eserleri anlamalarına elverişli değildi. Birkaç müstesna okul hariç, şimdi de değil! Bizdeki "çarıklı erkanı harp" geleneği, özünde "gibi yapmaya" ve "taklitlere" yol verir ancak. Kendilerine ülkücü diyen gençlik kitlelerinden neden bu kadar çek senet mafyasının çıktığı ilginç değil midir?
|