|
|
|
|
|
|
İlk Türk masonluğu 1700'lere dayanıyor
Belgeyle kanıtlanamasa da ilk masonlar arasında Sadrazam Yirmisekizzade Mehmet Çelebi ve Türkçe matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'nın adı geçiyor.
18'inci yüzyılın birkaç önemli ismi daha masonlarla anılıyor. Ancak asıl kayıtlar Tanzimat Dönemi'ni gösteriyor.
Dönemin en ünlü masonları devlet adamı Mustafa Reşit ile Mısır Hidivliği'nde iddialı Prens Halim Paşa'ydı.
Başlangıçta İslam'ın yaklaşımı ılımlıydı
18'inci yüzyılda Papa masonluğu aforoz etmiş ve bu ferman Ermeni ve Rumlar arasında da yayılmıştı. O sırada tekkelerde masonlarla sohbetler düzenleniyordu.
Ön Söz Dünyanın en çok tartışılan konularının başında geliyor Masonluk. Bunda, Biraderlerin kurumsal disiplin çerçevesindeki ketumluğu etkili oluyor. Karşıtları da bu davranıştan doğan esrarengizlik havasından yararlanarak, her türlü yakıştırmayı, araştırmadan gündeme getiriyorlar. Bu yüzden, Emre Kongar'ın icadı "kafakarıştıroloji" deyimi, en çok bu alandaki tartışmalara uygun düşüyor. Ben Masonlar'a özgü deyimle bir "Harici" olarak, konuyu toplumsal işlevi üzerinde yoğunlaşıp inceledim. Böylece, objektif bir değerlendirmeye yöneldim.
Çok tartışılan konudur... Müslüman'ın mason olması kabul edilebilir mi?.. İslam'ın, izlediği iki "Kitaplı Din"e üstünlüğü, onları yok saymamasındadır. Bir arada yaşamayı, hatta koruyuculuklarını üstlenmeyi görev kabul etmiştir. Bu ikisinin içe kapanıklılıklarını aşmak için, kendi yandaşları, zamanla, bütün insanları ırk ve din farkı gözetmeden eşit sayan bir anlayışı benimsemeye yönelmişlerdir. Bu çabayı insanlığa aktaran kurum ve akımlardan biri de masonluktur. Çağının koşullarının zorlamasıyla gizliliği ilke edinerek çalışmayı tercih etmesi ise, tartışılır hale gelmesinin başlıca sebebi olmuştur.
KORUYUCU BABIALİ 18'inci yüzyılın başında Anderson Nizamnamesi ile kuralları kesinleşen masonluk, Müslümanlar'ı hiç ilgilendirmemesine karşılık, Protestan kökenli olmasının etkisiyle, Katolik veOrtodoks Kiliseleri gibi Museviler'den de tepki gördü. Bu ortamda İslam'ın girişime küçümseyerek bakması doğaldı, zira Hıristiyanlar arası çekişmelerde Osmanlı Devleti'nin hakemlik rolü üstlendiği bilinir. Rum, Ermeni, Sırp, Bulgar Kiliselerinin, Hahambaşılığın koruyucusu Babıali idi. 1748'de Galata'da, İngiliz tüccar cemaati arasından yerli Hıristiyanlar'a doğru yönelmek eğilimi gösteren Mason girişimine karşı Kaptan Paşa'nın müdahalesinde, Rum Patrikhanesi'nin ve Babıali'nin tercüme hizmetlerini yürüten Fenerli Rum Beylerin etkisi bulunduğu anlaşılıyor. Zira, Papalığın çıkardığı "Masonları Aforoz" emrini hem Rum hem de Ermeni kiliseleri kendi dillerine çevirip örgütlerine dağıtmışlardı. Buna karşılık o dönemlerde Bektaşi, hatta Mevlevi tekkelerinde masonlarla, nadiren de olsa, sohbetler düzenlendiği hakkında bilgiler var. Zaten olayda İngiliz elçiliği başvurunca bir cezalandırma bahis konusu olmamıştır.
İLK TEPKİLER 18'inci yüzyılın sonlarında Osmanlı Devleti geri kalmışlığını aşmak için batı modelinden yararlanmaya başlayınca durum değişti. "Gavur damgalamaları" nın yanı sıra "masonluk özentisi" iddiaları da gündeme getirilmeye başlandı. Tabii olumsuz anlamda. Avrupa örneği yandaşı olarak bilinen Sadrazam Halil Hamit Paşa'nın 1785 yılında idamına, Farmason olan Rum katibine uymasının sebep olduğu ilerisürülür. Fransız Devrimi'nin, Osmanlı iç dengesini cemaatleri ulusçuluğa kışkırtarak bozmaya çalışmakla yetinmeyip, Mısır'ı Suriye'yi işgale kalkmasına gösterilen tepkide, Aydınlanma ilkeleriyle masonluğun özdeşleştirilmesi dikkatlerden kaçmaz. Reisülküttab Raşit Efendi, devrimcileri, Volter'i, Russo'yu "fitne ve fesat peşinde zındıklar (Tanrı'ya ve ahrete inanmayanlar) ve dehriler (Ruhun ölümsüzlüğü ve ahrete inanmayanlar)" diye niteliyordu. Aynı dönemde vakanüvis (devlet tarihçisi) Asım Efendi sultanın hizmetine girmiş Hasan Ağa adında birini şöyle niteliyordu: "İslam kurallarına uymayan, imansız ve inançsız bir zındık, Frenkler ülkesinde farmasonlukla kimya büyüsü ve hokkabazlık okumuş kişi." İlk mason olan Türkler hakkındaki iddialar hiçbir belgeye dayanmaz. Hatta bazılarında, 20'nci yüzyıl araştırmacılarının övünme payı çıkarmak için yakıştırmada bulundukları fark ediliyor. Bunlar arasında, 1720'de elçi olan babasıyla birlikte Paris'e giden ve 1755'de sadrazamlık yapan Yirmisekizzade Mehmet Çelebi ile, ilk Türkçe matbaayı kuran İbrahim Müteferrika'yı sayabiliriz... Tophaneli tüccar Yusuf Çelebi ve Paris'te bulunan Cezayirli Muhammet Çelebi'nin isimleri de geçiyor. Fransızlar 1798'de Mısır'ı işgal ettiklerinde orada kurdukları locaya giren Müslümanlar'dan da bahsediliyor. 1797-1800 arasında Londra'da elçilik yapan İsmail Efendi'ylekatibi Yusuf'un masonluğunu, siyasi ilişki kurma ihtiyacının sonucu saymak gerekiyor. Türkiye'ye döndüklerindeki faaliyetlerini masonlukla ilgiliymiş gibi gösterenler çıkmışsa da, bunun aslı olmadığına dair daha çok iddia var. Bu tezlerde bizimkilerin övünmek, bazı batılıların ise tarikatçılığı -hele Bektaşiliğimasonlukla özdeşleştirme çabaları bulunduğu fark ediliyor.
ADI BİLE ÜRKÜTÜCÜ 1863'te kaleme aldığı yazıda Rum doktor Schinas, 1842'de İstanbul'da hiçbir loca bulunmadığını belirtip eklemektedir: "Bu memlekette masonluğun yalnız adı bile, dehşet, korku ve nefret uyandırıyordu. Mason sözcüğü, Allah tanımaz, ihtilalci, dinsiz anlamına geliyordu. Masonları cehennemlik diye adlandırıyorlardı. Rumlar, Ermeniler, Katolikler, Museviler ve Türkler bütün masonları dinsiz, imansız, uğursuz kimseler sayıyorlardı. Bugün bile, aşağı tabaka, kötü bir adamı anlatmak için mason olduğunu söyler." Schinas'ın iddiası, yerli loca bulunmaması ve Avrupalı locaların da yerlileri kolay kabul etmemesi sebebiyle "doğrudur." Buna karşılık Tanzimat'ı din karşıtı ve mason ürünü sayma tutkusu içindeki bir Arap yayınında, 1822'de Türk masonlarının sayısının -aralarında vezirler, paşalar da bulunan- on bini aştığı iddiası edilmiştir. Bu da yerici abartmanın en ilginç örneğidir...
Hazırlayan: Orhan KOLOĞLU
|
|
|
|
|
|
|
|
|