| |
|
|
Politikacı gerçek gündemi kaçırmamalı...
Her yeni gelen iktidarın ve başbakanın, öncekilerden farklı olmasını bekliyorsunuz. Neticede insanın diğer canlılardan farkı, yaşananlardan ders alıp, eski hataları tekrarlamaması değil mi? Ama politikacılar hep aynı torna tezgahından çıkmış gibiler. Rahmetli Turan Güneş "Biz politikacılar diğer insanlardan farklıyız. Çünkü vücut salgılarımız farklı" derdi. AK Parti iktidarının ve Tayyip Erdoğan'ın da bu genellemenin dışında kalmalarını beklemek galiba hataydı. Geçen hafta Erdoğan'ın, arkadaşımız Aslı Aydıntaşbaş'la Johannesburg'daki bir kahvede yaptığı sohbeti okumuşsunuzdur. Başbakan basındaki yayınlardan yakınıyor ve şöyle diyordu bu sohbette: - Peki, Ankara'da otur diyorlar, onu da yapalım. Şirketten çekil dediler, onu da yaptık. Ama yine de buluyorlar eleştirecek bir şey. Ben eleştirmeyin demiyorum. Ama yanlış yazılması çok kötü. Ama artık okumuyorum gazeteleri. Düşünün ki bu sözleri söyleyen politikacı, demokrasi tarihimizin medya tarafından en fazla destek gören iktidarlarından birinin Başbakanı'dır. Bu desteğin nedeni, belki medya sermayesinin kamuya göbeğinden bağlı olmasıdır. Belki muhalefetteki bilinçsizlik ve dağınıklıktır. Belki de ekonomide ve AB ile ilişkilerde sağlanan başarı, AK Parti iktidarına medyadan hak ettiği desteği sağlamıştır. Ama bütün bunlar Erdoğan'a yetmemektedir. Ve eleştiriler yüzünden "Artık gazeteleri okumuyorum" diyecek noktaya gelmiştir. Benim artık kıdemli olmuş bir gazeteci olarak diyeceğim şu: - Canı isteyen okur, canı istemeyen okumaz gazeteleri. Zaten bu ülkede gazete okumayanların sayısı, okuyanlardan kat kat fazla. Neticede gazeteler kimseyi iktidar yapamıyor. Gazetelerin bir partiyi iktidar yapacak gücü olsaydı, bugün Tayyip Erdoğan değil Mesut Yılmaz başbakan olurdu. Ancak bir önemli nokta daha var eklemem gereken. - Politikacılar gazete okumadıkları zaman, nerelerde hata yaptıklarını ve altlarının nasıl oyulduğunu da göremezler. Sadece çevrelerindeki şakşakçıların yönlendirmesine bağımlı olarak yaşamaya başlarlar. Gerçek ötesi bir pembe dünyaya bağımlı oldukları için, inişe geçtiklerini fark etmezler. Ben bunu en son, Necmettin Erbakan'ın başbakanlığında görmüştüm. 28 Şubat 1997'de meşhur muhtıra verilmişti. Erbakan'la Ankara'da birkaç gün sonra görüştüğümde, 28 Şubat muhtırası ertesinde medyada yer alan yorumlar için "Bunlar suni gündem" nitelemesi yapmaktaydı. O görüşmemizde Fehim Adak ve Hasan Hüseyin Ceylan da vardı. Çok açık bir dille, "Gündem suni değil gerçek, siz aslında bir darbe ile devrildiniz" demiş ve geçmişteki örnekleri hatırlatmıştım. Sonunda, istifa edip gündemi değiştirmek için başbakanlığı Çiller'e bırakarak erken seçim kararı almalarının doğru olacağı noktasına gelmiştik. Bunu yaptı ama G8 Zirvesi'ne kadar bırakmadı başbakanlığı. O sürede de TBMM'deki DYP Grubu dağıtıldı ve atanmış Mesut Yılmaz Hükümeti oluşturuldu. Şimdi ortada bir muhtıra yok. Tayyip Erdoğan tek başına iktidarın sahibi. Ama basında özellikle dış politikadan kaynaklanan uyarı niteliğinde eleştirilerin ve yorumların yoğunlaştığı dikkati çekiyor. Bazen IMF'ye, bazen ABD'ye, bazen AB'ye çekilen restlerin gereksiz olduğu ve her seferinde bu restlerin yutulduğu hatırlatılıyor. Ancak bu restleşmelerin, AK Parti'nın dışa dönük kimliğinde olumsuz izler bıraktığı ve Türk ekonomisinin dışa bağımlı kırılganlığı hep vurgulanıyor. Başbakan Erdoğan canı isterse okusun gazeteleri, istemezse okumasın. Ama bu genç yaşında Erbakan kadar yaşlanmış olmaktan da kaçınması gerekir. Gazeteleri okumazsa, hoşuna gitmeyen her şeyi "Suni Gündem" olarak görür ve patronlarının egosunu cilalamayı "Danışmanlık" sanan çevresine bağımlı bir sanal dünyada, kendini hep doğru yoldaymış zanneder.
|