'Pardon'
Sinan Çetin yapımı 'Pardon' filmi Türkiye'nin sorgu, yargı ve infaz sistemindeki kepazeliği çarpıcı biçimde işlerken aslında kanaatimce alegorik bir söylemle bütün sektör ve kurumlarımızın borçlu olduğu yakıcı bir özrü Frenkçe haykırıyor. Fakirin sinema anlayış ve zevkime göre, final bölümü hariç hemen tamamını 'halis sanatçı işi' bulduğum bu filmin verdiği ilhamla başka nice 'pardon' kapılarından içeri göz atabildiğimi düşünüyorum.
Halkın iktidarı olmak Türkiye için değil bütün yaşlı veya genç demokrasiler için ham hayal halini almaya başladı. Seçilmenin önlenemez pahalılığı yüzünden demokrasi, zenginlerin halkı uyutmada kullandıkları bir kukla oyununa dönüştü. En küçük bir yerleşim biriminde belediye başkanlığı seçimini kazanabilmek için dahi, bir dar gelirlinin ömür boyu kazanamayacağı parayı harcamak gerekiyorsa o iklimde temiz siyasetçiden söz etmek insan haysiyetine hakarettir. Şek yok, yolsuzluk bu yalancı demokrasinin yakıtı! Böyle olduğu için uyanık vatandaş siyasetçinin yolsuzluktan yakınmasını artık doğru tercüme ediyor: - Bugüne kadar hep öteki partiler keselerini doldurdu, pardon yani, benim de iktidar bunalımım tuttu, şimdi ben soyacağım.
Mağdurların ve yoksulların imdadına yetişmek iddiasıyla iktidara gelen şimdiki hükümetin üç yıllık icraat döneminde en çok kim kazandı? Lafta değil özde ahlaklı her vatandaşın cevabını aradığı soru bu. İktidarı insaf çerçevesinde eleştirebilmek, hatalarını ve eksikliklerini ne kadar hoş görebileceğini ölçmek için. Cevabın ayrıntılarını öğrenebilmek için, erdem katsayıları merak edilen kadronun iktidardan uzaklaşması ve epeyce bir zamanın geçmesi lazım. Üstelik bu sadece bizimki gibi özürlü demokrasiler için değil, gelişmiş sayılanlar için de geçerli. Fakat ayrıntıları şimdilik Allah'a ve tarihe havale ederek sağlıklı bir genel kanaat edinebilmek için, söz konusu iktidar süresince en çok kimin kazandığını kesinleştirmek epeyce tatminkar bir bilgidir. Şimdi. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin siyaset ve bürokrasi kadrolarına yönelik yoğun yolsuzluk iddialarını bir kenara bırakalım ve sadece devraldıkları 'rantiye' vadisine bakalım. Kesin olarak görüyoruz ki, borçlanma rekoru bu hükümetin eline geçmiştir. O zaman; siyaseti ve diplomasiyi AB eksenine, ekonomiyi IMF reçetelerine düğümleyen iktidarın da, 'muktezaı hal'e (=durumun gereğine) uygun olarak Frenkçe bir 'pardon' demesi gerekiyor: - Çaresiz kaldım ve ben de rantiyeyi ihya etmeye gelmiş gibi oldum. Hadi yabana atılmayacak mazeretlerini de kaydedelim: - Bizden öncekiler, ülkeyi o kadar kötü yönettiler ki, kendilerinden sonra gelenlerin de ellerini bağladılar.
Dünyada yalnızca dar gelirliye diş geçirmekle kalmayıp doyumsuz rantiye güruhuna 'pardon' diyen hükümetler de var. Arjantin, borçlu olduğu rantiyecilere sıkı bir 'pardon' çekerek dörtte üçünün ellerindeki tahvilleri yenileri ile takas etti. Üstelik bu Arjantin usulü 'pardon' sayesinde, alacaklılara verilen yeni tahviller, yatırımcı yaklaşımı ileöncekilerin neredeyse yarısı değerinde! Açıkçası Arjantin hükümeti rantiye güruhuna lisan-ı hal ile şöyle demiştir: - Devleti borç döngüsüne sokarak dünyanın en kolay para kazanma yöntemiyle gerçekte halkı soyduğunuz için denizi siz bitirdiniz. Hadi gelin biraz da karada yüzün bakalım. Acaba bizde böyle bir 'pardon' mümkün mü? Bir kere o yüreklilikte iktidar zor bulunur da, farz edelim yoksuldan başkasına da diş geçirecek bir babayiğit çıktı. Ne olur? Bizde 'yükseltilen değerler dini'nin misyoner kadrosunu oluşturan liberalizm bülbülü medya ve iktisatçılar takımı kıyameti koparır: - Ne yapıyorsunuz, piyasaları alt üst mü edeceksiniz? Demokrasi güya halkın kendi kendini idaresi. Fakat en gelişmişinden en ilkeline kadar mevcutların tamamında üniversite camiası ve medya sektörü, halka karşı seçkinleri kollamanın sihirli kelimesi olarak 'popülizm'i keşfetmişliğin konforu içinde; 'piyasa tanrısı' adına hop oturup hop kalkarak ayinsi ahkamlar keserler ve devlete borç verip bir tür liberal soygun yürütenlerin sözcülüğünü yaparlar. Af buyurunuz; demokrasi bu mu?
|