| |
|
|
Allah tüm tiyatrocuları korusun!..
Parası pulu azdır, terlemesi, emeği, hüznü, meşakkati, çilesi, sıkıntısı, katakullisi çoktur ama sanat dünyası, özellikle de tiyatro okyanusu yine de muhteşem bir altın gölün iç dinginliğini sunar evlatlarına. "O okyanusa kıyısından girip, hafif kulaçlar atarım, köpürme, dalgalanma çıkar, fırtına patlarsa, kaçar kumsala atarım kendimi" diyenlerin hiçbiri beceremez tekrar karaya ayak basmayı. Aksine, derinlik sarhoşluğuna tutsak olup daha dibe daha derine dalar günden güne.
Deşifre ama nasıl? Kendi payıma her daim; "başka tanrının çocukları" ya da "çok özel bir ırkın ahfadı" gözüyle baktım bu insanlara ben. Yaşı başı, konumu, şöhret çapı, yetenek skalası ne olursa olsun, heveskar amatöründen, duayenlik mertebesine erişenine kadar hepsi gerçekten de özel ötesi tipler, hayatlardır çünkü. İçlerine sokulmadan yürek içleri çözmez deşifre edemezsiniz.
Kıpır kıpır sevdalar Sıra dışı (elbette ki) yaşamları, tarzları dışarıdan bakanı yadırgatır, kızdırır hatta. Ama o yaşantılar onları genç yaşlarında bile bin yaşında bilgelerin erdemine, deneyimine sahip etse de; akılları, huyları, şakaları, kavgaları hep bıyık terletmemiş çocuklara akrandır. O çocuk(su)luk kıpır kıpır kılar sevdalarını da, dostluklarını da aşklarını da..
Kare as Bunca lafı geçen gece rast geldiğim bir muhteşem tabloya imrenip, havaya girip de yazdım. Günay'da Ali Poyrazoğlu, Nükhet ve Cenk'le kotardıkları harika şovun bir yerinde durdu, yana döndü ve oracıkta bir masada eşiyle birlikte güya kamufle olmuş Müjdat Gezen'i gördü. İşte o dakikadan itibaren tüm gecenin omurgasına oturdu Poyrazoğlu-Gezen muhabbetlerinin gelip geçmişi. Meğerse ki bu iki dev adama ilaveten Erdal Özyağcılar ve Savaş Dinçel de aynı okulda, aynı sınıfta, aynı sırada oturan bir muhteşem kare asmış. Başrole bak O zamanlar konservatuarın gözdesi olan bu öğrenci kadro (sanırım Mustafa Alabora hepsinden 19 yaş küçüktür) sahneye ilk nasıl adım atmış, MuhsinErtuğrul üstat onlara 8 saniye süren "başrol" oyunculuğunu nasıl vermiş bir bir anlattı Ali Abi, keyifle dinledik. Göze görünmez İşin garibi Poyrazoğlu bunca komik bunca gülünçlü hikayeleri anlatırken bile sesinin o eşsiz lirik rengi kahkahalarımızın ardına gizli hüzünler de gizliyor gibiydi. Ortada bol bol güleceğimiz sözcüklerden başka bir şey dönmüyordu ama nedense o dediğim ses böyle bir sihirle taşıyordu içimize göze görünmez hüzünleri. Sonra Yeşil Kabare'yi kurduğu ilk günlere döndürdü bizi. Oranın müdavimlerinden biri olarak usta oyuncu anlattıkça, teee o günlere döndüm ve ekstradan hüzünlendim peeeh!..
Gözyaşı boğulması Şimdi Ahmet M. Demircan Başkanım, Beyoğlu'nun orta yerinde muhteşem bir Talimhane yarattı ya, işte oraların eski hallerinde, oto yedek parçacılarının arasında keyif üreten bir mekan yaratmıştı Poyrazoğlu heyhat.. O günlerde herkeslerin gelip misafir kadrosuyla da olsa kendini sahneye attığı, birbirinden güzel saatlerin mimarı olduğu Yeşil gecelere savurdu aklımızı Ali Abi anlatırken. Bir gece Sezen ve toprağı bol olsun Onno Tunç sahneye fırlayıp öyle bir "Kavaklar" çalıp söylemişlerdi ki göz yaşından boğulacaktık ahali olarak. Öptüm seni abim!.. Ağzına pek yakıştığı için benim satırını bile yazmaya cesaret edemeyeceğim coşkulu, tantanalı, içlendirici ve onu bir daha sevdirici bir Zeki Müren hikayesi anlattı ki duyulması cihan değer. O an için yapabileceğim tek şey vardı onu yaptım. Şov arası filan bile beklemeden kulise koştum, iki dakikalığına da olsa sahneden inmiş olan Ali Poyrazoğlu'na sımsıkı sarılıp öptüm öptüm yanaklarından. Mümkünsüz olan Sonra da kızdım kendime. Keşke ellerinden de öpseydim bu heep çocuk yaştaki sanat çınarının. Uzun lafı kısası dostlarım, burada hepsini saymak mümkünsüz olsa da ben Müjdat Ağabey'in Ali Ağabey'in şahsında, hepinizi saygıyla ve imrenerek selamlıyor, Allah'a emanet olun diyorum.
|