Gölge Adam! Ve adam gibi adam..
Birkaç gün sürer, unutulur gider diye düşündüm ama öyle olmadı.. Eee, şimdi, "şeytanın avukatlığı"nı yapmak da şart oldu! Ertuğrul Akbay'ın, Hürriyet'te yayınlanan "iksir tarifleri"nden söz ediyorum! "Pehlivan tefrikası"na döndü mübarek...
Açık söylemeliyim... "66'sında 25'inde görünmek isteyenler"den değilim... Şimdi 45'imdeyim.. Tabii ki sağlıklı bir hayat sürme hayalim var, tabii ki elden ayaktan düşmek istemem, elbette, akıl zindeliğini kollamam gerek ama 70'ime merdiven dayadığımda, "hormonlu, pazulu, kaslı, üçgenimsi bir vücut bırakacağım" diye, günün 20 saatini spor salonlarında geçirmek, bana çok uzak geliyor, "yaşımı göstereyim" yeter! Çünkü, yaşam dediğimiz, sadece, uzunlukla, çeviklikle, fişeklikle özetlenecek bir durum değil.. Nasıl yaşadığın , neler biriktirdiklerin daha önemli.. Bu arada, günde kırk kez kilonu ölçmek, pazuların ağırlığını teraziye koymak yerine. Varsa(!) yaşam kalitesinin desibeline bakmak.. Varsa(!) "sıkı dost"larını saymak, Varsa(!) "insanlığa bıraktığın artı değerler"i bir bir hatırlamak daha keyif verici...
Açıklamam , paylaşmam lazım... Akbay'ın boy boy fotoğraflarıyla süslü "tefrikası" başladığından bu yana her gün ve parça parça dilimi ısırdım... Sinirden, öfkeden, kırgınlıktan! Çünkü ben, Oğuz Aral'ı çok severdim... Çünkü ben, Gırgır dergisiyle büyüdüm.. Çünkü ben, Oğuz Aral'ın, Hürriyet'teki yazılarını kaçırmazdım... Çünkü ben, ölümüne değin, sekiz-on yıl boyunca, Oğuz Abi'nin sofrasına sıkça konuk olan dostlarındandım... Çünkü ben, Oğuz Aral'ın, "Gırgır'ı kaybetmiş olmasının" üzüntüsüne tanık olanlardandım... Çünkü ben, yaratıcısı Oğuz Aral'ın ağzından, "Gırgır'ın, binlerce karikatür ve çizgi romanın telif mağduriyeti"ni dinlemiş kişilerden biriydim! Çünkü ben, Cağaloğlu Alayköşkü Yokuşu'daki Gırgır binasında, "Gerçek Gırgır'cılara yapılan eziyeti" bilenlerden ve Oğuz Abi'nin çekilen eziyetleri hiçbir zaman unutmayıp, biraz da kahrından öldüğüne inananlardanım... "Şimdi, 'kaslı, pazulu görünmenin sırları' dizisiyle, Oğuz Aral'ın ne ilgisi var?" diye soranlarınız olabilir... O kadar çok ilgisi var ki... Hatırlatmaktan ne çıkar? Gırgır, Oğuz Aral'ın kaptanlığında "muhteşem ve efsane geçen yıllar"ın ardından bir gecede "sahip" değiştirmişti.. Gırgır'da, Haldun Simavi'den Ertuğrul Akbay'ın sahipliğine geçilmişti! Nasılı, nedeni hâlâ muamma bir biçimde! "Sahibi-Ertuğrul Akbay" olan Gırgır'ın ilk günü, binaya, Oğuz Aral ve arkadaşları giremedi, bırakın, yıllar boyunca çizilmiş orijinal eserlerini, "özel eşyalar"ını dahi alamadılar Aral ve ekibi... Yazar ve çizerler tartaklandı, tekme tokat kovuldu, yasa gereği sanatçının mülkü sayılan orijinal çizimlere el kondu, el konulmakla kalmayıp, haftasından itibaren, imzalar silinerek tekrar tekrar yayınlandı! Oğuz Aral'ın Avni'leri, Utanmaz Adam'ları.. Galip Tekin'in, Tekin Aral'ın ve daha pek çok çizer ve yazarın eseri, eşi menendi görünmeyen şekilde imza kullanılmadan, telif ödenmeden basılıp duruyordu. Bu arada yazar-çizerle, yeni sahip arasında "ele geçirilmiş Gırgır'ın davası" sürerken, "Yeni Gırgır" Oğuz Aral'a akla hayale gelmeyecek hakaretler ediyordu... Sahibi yine Ertuğrul Akbay olan "Gölge Adam" gazetesinde ise hakaretin dozu arttıkça artıyordu, (Oğuz-Tekin'i hatırlatırcasına) OT Kardeşler'den tutun da, "Oğuz Aral mutluluk çubuğu takıyor"a, kadar... Sonra... Daha ne olsundu ki !. Oğuz Aral, yıllar sonra Hürriyet'te yazmaya, çizmeye başladı... Yönetim de kendisi de mutluydu... Geçen yıl, bir sabah kaybettik onu... Yakın kalem arkadaşlarından Gani Müjde'nin ifadesiyle, "Gırgır'ın elinden alındığı, eserlerinin tahrif edildiği gün ölmüştü zaten" Oğuz Aral... Ölümünün ertesinde, gazetesi, yani Hürriyet, anısına, özel ekler, özel dosyalar hazırladı.. Çok hoştu, şıktı, anlamlıydı.. Sonra, bir şubat sabahında, Oğuz Abi'nin daha önce yazdığı sayfalarda, bu kez Ertuğrul Akbay'ın "genç kalmaya, pazuya, kaslara, bronzlaşmaya"dair seri makalesi(!) yayınlanmaya başladı.. Fotoğraflar yakışıklıydı(!) ama o sayfalarda 'Oguz Aral yazıları'nın mürekkebi henüz kurumadığı için gazetenin yaptığı şık değildi.
Oğuz Aral, 66 yaşındaydı öldüğünde.. Sıkı dostları, seveni çoktu, hayata bıraktığı eserleri, çizgileri, kahramanları daha yüzyıllarca ders niyetine raflarda kalacaktı... Tiyatro, folklör ve edebiyat, tutkusuydu... Şimdi usta olmuş, sayısız öğrenci yetiştirmişti... Çok kaliteli ve şık bir yaşam sürdü... Üzerine hâlâ güller yağıyor.... Son söz... Eski Türk filmlerinde çokça kullanılan bir replik vardır.. Vücuduma sahip olabilirsin ama ruhuma asla!
|