Her pazar itiraf!
(İşbu yazı saklanıp yarın sabah "yeniden" okunacak.) Bu pazar sizi itiraf etmeye çağırıyorum. Şimdi itiraf saatleridir ömrümüzün... Kendi yüreğimizin muhtemel isyanlarından, ayıplamalarından, kınamalarından korkarak söyleyemediklerimizi söyleme zamanıdır. Ha gayret, ha cesaret... Söyleyin bakalım Sayın Başbakan!.. Ara sıra, yapayalnız kaldığınızda -aynaya bakarken-, tam da dilinizin ucuna gelmişken söyleyemediğinizi söyleyin: - Ne tuhaf! Koskoca Türkiye'yi ben yönetiyorum. Ben ha!.. İnanamıyorum... Demediniz mi? İtiraf edin!.. Söyleyin bakalım sayın muhalefet liderleri!.. Sıkışık zamanlarında memleketin: - İyi ki ben değilim işin başında, diye mırıldandığınızı söyleyin. - Yahu ben olsam ne yapabilirim ki, dediğinizi de. İtiraf edin!.. Söyleyin bakalım sayın vatanperver yurttaşlarımız.. Ülkemizin 'bölünmez bütünlüğü' uğruna dağlarda vurulup şehit düşen, sakat kalan Mehmetçik'e alkış tuttuktan sonra yaptıklarınızı söyleyin. Sizin oğlunuzun, sizin yeğeninizin, sizin arkadaşınızın, sizin hemşehrinizin, sizin damadınızın, sizin torununuzun Güneydoğu'ya sevkinin önlenmesi için hangi kapıları zorladığınızı söyleyin. Bu işin toptan bitmesi için ağzınızı açmaya cesaret edemezken, sizin yakınınızın ateşten uzak kalması için ne kadar uğraştığınızı söyleyin. Üstelik, sizin gibilerin sayısının, neredeyse Güneydoğu'ya gidenler kadar çok olduğunu bildiğinizi de söyleyin. İtiraf edin!.. Siz, dağda, kendi yarattığınız korku cehenneminde kıstırılmış 'gerillalar'; siz, İstanbul'un bir kenar semtinde, derbeder bir hücre evinde yer yatağına kıvrılmış uyumaya çalışan 'halk öncüleri'... Kan ter içinde uyandığınız umutsuz şafaklarda, kaç kez özgür ve başıboş hayatların delikanlı serüvenlerini düşlediğinizi söyleyin... 'Şimdi boynumda sarı-lacivert kaşkolla Fenerbahçe Stadı'nda bağırmak vardı anasını satayım' ya da 'Gülhane'de Tarkan dinlemek' ya da 'Emirgan Korusu'nda sevişmek ince belli bir kızla'... Birileri 'davaya ihanet' saysa da hayal kurmayı, yasak hayaller ormanında kim bilir kaç ıssız gecede kaç tur volta attığınızı söyleyin, söyleyin. İtiraf edin!.. Siz saygıdeğer sanayici yurttaşımız. Ekonomik darboğazların kıskacında daralırken kâr makinesinin nefes boruları, rahatlamak için yol verdiğiniz işçilerin arkasından yaptıklarınızı söyleyin. Varoşlarda işsizlik acıları, ışıkları söndürürken birer birer, sizin hayatınızın havai fişeklerinin 'kendi gökyüzünüzü' kesintisiz aydınlatmaya devam ettiğini söyleyin. Bu satırları bir hayli modası geçmiş 'sosyal içerikli, mürdüm erikli' söylemler olarak çöpe atmadan önce, aynı minvalde içinizi karartmış düşüncelerle kısa metrajlı hesaplaşmalara sizin de kapıldığınızı söyleyin. İtiraf edin!.. Siyasal, ahlaksal ve hiç şüphesiz 'mukaddes kitap'a dayanan dinsel gerekçelerle, dalga dalga saçlarını bir metrekarelik dokuma kumaşların altında hapseden güzel kızım: İçtenlikle inanmış olabileceğinize ben bir şey demiyorum da, bir ilkbahar rüzgarında, bir deniz kenarında, kestane rengi saçlarınızı savura savura dolaşma hürriyetine hasretinizi de siz çekinmeden söyleyin. Hatta, mayonuzu çekip güneşin cömertliğine kendinizi terk ettiğinizi, ay ışığında sevdiğiniz delikanlıyla dans ettiğinizi, bütün bunları, belki daha da fazlasını, hiç değilse bir an olsun düşündüğünüzü söyleyin. Yasak hayaller ormanının öte yanındaki düş mahpusları!.. Siz de söyleyin. İtiraf edin!.. İşte böyle... Daha kim bilir kaç kişi sıradadır. Daha kim bilir, kaç itiraf beyinlerimizin kıvrımlarındadır. Kim bilir... Yazı bitti. Ama ömrünüzün itiraf saatleri vurmaya devam ediyor. Bundan böyle her pazar sabahını itiraf zamanı ilan edin. Çekinmeyin siz de; kendi yüreğinizin aynasında söyleyemediklerinizi söyleyin. İtiraf edin!..
|