Borçlanma tıkırındaysa işler IMF'siz de yürür mü?
İhaleler yoluyla iç borçlanmanın başladığı 1984'ten bu yana dün en uzun vadeli borçlanma en düşük faizle gerçekleşti. Hazine 5 yıl vadeli 2.1 milyar dolarlık devlet iç borçlanma senedi sattı. Bu tahvilden alanlar yıllık yüzde 15.15 faiz geliri elde edecekler. YTL cinsinden iç borçlanma tahvillerini alanlar ister yerli ister yabancı olsunlar, demek ki Türk parasına, Türkiye'ye, ekonomiye, enflasyonun önümüzdeki beş yıl boyunca artmayacağına, cari açık nedeniyle kurların büyük bir düzeltme yapmayacağına güveniyorlar. Her şey iyi giderse beş yıl süreyle yıllık yüzde 15 faiz iyi bir faiz olabilir. AB ve IMF çapasının devam ettiği, uluslararası piyasalarda likiditenin bol ve borçlananın az olduğu bir ortamda, Hazine'nin vade uzatması yerinde bir karar. İç borçların çevrilebilirliği açısından da son derece önemli. YTL eurotahvili- Ortamın elverişli olmasından yararlanan Hazine bir ilke daha imza atıyor. Yabancı bankaların yurtdışında ilk kez yaptıkları YTL tahvil ihracını, Hazine bizzat kendisi gerçekleştirecek. Üstelik Hazine'nin çıkaracağı YTL eurotahvilin vadesi 10 yıl olacak. Bu ihale ile Hazine kur riskini üstlenmemiş olacak. Döviz cinsi borçlarını YTL cinsi borçlara doğru kaydıracak. Kur riskini veya YTL riskini bu tahvilleri alanlar, yani yabancılar üstlenecek. Hazine bu ihraçla borçlanma tabanını ulusal para cinsinden Avrupa'ya taşımış olacak. Böylece ulusal paranın konvertbilitesine doğru bir adım adım atılacak. TL'den altı sıfır atılmasının net bir yararını galiba burada görüyoruz. Yoksa bol sıfırlı TL ile yabancılara ulusal para cinsinden eurotahvil satmamız mümkün olamazdı. Bu tahvili alan yabancı, YTL'nin değerleneceğine veya değer kaybetmeyeceğine, Türkiye'de işlerin iyi gideceğine, ekonominin daha iyi olacağına inanıyor. İlginin nedenleri- Hazine borçlanmasındaki bu tarihi gün, 2001 sonrası ekonomide yeniden yapılanmanın, 35 yıl sonra enflasyonu tek haneli rakamlara düşürmenin ve bütçede sağlanan disiplin ile kamu borçlarında iyileşmenin bir sonucu. Özellikle yılın en önemli enflasyonu haline gelen ocak ayı enflasyonunun beklenenden düşük çıkması ve yılın tümünde yüzde 8'lik hedefin yakalanacağına inancın artması iç borçlanma senetlerine ilgiyi artırdı. Bir de tabii, dış piyasalarda bol likidite para kazanacak yer arıyor. Ülkelerin pek çoğu döviz fazlası veriyor ve borçlanma piyasalarından çekilmiş durumda. Türkiye gibi, enflasyonu düşüren, AB hikayesi olan ve reel faizi yüksek ülke yok gibi. Türkiye'ye ilginin bir nedeni reel faiz ise diğer nedeni de uluslararası konjonktür. Toleransın kaynağı ne?- Borçlanmada işlerin tıkırında gittiği bir dönemde IMF ile anlaşma gecikiyor. Eskisi biteli 10 günü aşıyor. Türkiye'ye bir şey olmadı. Bu gelişmeler karşısında ve araya giren anlaşmazlık konularına da bakınca, insanın aklına, "acaba Hükümet IMF ile anlaşmadan işleri götürmeyi düşünebilir mi?" diye geliyor. En azından, "borçlanmadaki bu gelişmeler olmasaydı IMF ile ilişkileri buraya getirirler miydi?" diye düşünmek gerek. Normalde elbette hayır. Ama bu kadar rahat borçlanmanın ardından Hükümet'in IMF ile pazarlık gücünün arttığını da söylemek mümkün. Yabancıların ilgisinde, yerlinin güveninde AB çapası yanında IMF ile anlaşma yapılacağının açıklanması da var. Bu çapa zayıflarsa gelenlerin hepsi geri gidebilir. Piyasalardaki dengeler bir anda bozulabilir. Hükümet'in IMF ile geçmiş ilişkilerinde "önce germe ve son anda çark etme" yönteminin görülmesi, son anlaşmazlığa da piyasaların toleranslı bakmasına yol açıyor. Yani piyasalar IMF'siz yola devam edileceğine ihtimal vermiyor. Piyasalar tepki vermediği için de, Hükümet işi ağırdan alıyor. Bakalım bu kısır döngü nereye kadar sürer veya nereden kırılır? Sonuç- "Aklımızın düzeltemeyeceği bir çok kusurlarımızı talih düzeltir" La Rochefoucauld
|