| |
Keşke gitmeseydim...
Oldum bittim Ankara'nın griliğine takılırım... Bu sefer de öyle oldu... CHP'nin bu bilmem kaçıncı kurultayına giderken her şey gene griydi... Yollar griydi, caddeler griydi, evler griydi... Kurultayın yapıldığı bina griydi... Binaya girdiğimde bazı camların kırıldığını gördüm. Koridorları dolaşarak basına ayrılan bölümü ararken, heyecanlı heyecanlı kendisine ağır küfürler ederek yumruk atan birisini anlatan bir şahsın yanından geçtim.. Yüzü aşinaydı. Gri rengin sürekli olmayacağını anlar gibi oldum. Ama iki saate kalmadan tam girdiğim kapıdan ağzı burnu kan revan içinde birisinin dışarıya fırlayacağı kadar da bir "renklilik" beklemiyordum doğrusu.. Ancak, hata olan beklememek idi.. Çünkü "yumruk yediğini" anlatan adamın yanından geçip, kürsünün ayaklarına ulaştığımda ise yumruklaşan bir kalabalığın içine düştüm. Bunlar kürsüyü koruyan Baykal'cılar ile onu protesto eden Sarıgül'cülerdi. Baykal kürsüdeydi ama konuşmaya başlayamıyordu. Beş dakika süren bir bekleme sonunda konuşmaya başladı. Konuşmayı beklerken o kendine yumruk atıldığını anlatan kişinin CHP'nin İstanbul Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, yumruğu atanın da Mustafa Sarıgül olduğunu söylediler. Salona girip yerine otururken ilk işinin Ünal Erzen'i yumruklamak olduğunu söylüyorlardı. Ama durumu kendim görmedim. İzlemişsinizdir.. Baykal konuşmasının birinci kısmını "parti dışı" düşmanlara ayırmıştı. CHP'nin ne kadar çok düşmanı varmış meğer... Amerika düşman... Medya düşman...
İşin çığırından çıkacağını "dış düşmanlara" ayrılan bölümün sonunda anladım. Çünkü Baykal konuşmasının ikinci bölümünü de "iç düşmanlara" ayıracağını ima etti... Baykal "iç düşmanları" namussuzlar olarak tanımladı... Bu anlatımı, salona astırdığı İsmet İnönü'nün "Namuslular en az namussuzlar kadar cesur olmalı" pankartından yola çıkarak üretti, derinleştirdi, keyifle pekiştirdi. Sarıgül'ün yolsuzluk iddialarını kapak yapan bir dergi ile konuya girdi... "Keşke gelmeseydim" demeye o noktada başladım... CHP'nin başkanlık yarışı "namuslular namussuzlar" düzeyinde tartışılmaya başlanmıştı.. Baykal'ın "namus" edebiyatı kendinden yana delegeyi ve seyirciyi ısıtınca, CHP Genel Başkanı aleyhindeki tezahüratın rövanşını almak için saldırısını iyice arttırdı. Oturduğu delege tribününden itiraz eden Sarıgül'e, Baykal'ın "gırtlağın yetmez, otur dinle, haddini bil" demesinin ardından önce şişelerin, sonra sandalyelerin karşılıklı gidip geldiğini gördüm. Artık çıkma vakti gelmişti... Zaten içeriye de polis girmeye başlamıştı.
İçerdeki arbedenin gelişeceğini görüp dışarıya çıktığımda, geçen dönem aday olmadığı için partiden ayrılan ve şimdi yeniden dönen İsmail Cem'i sağlığını da göz önünde bulundurarak alıp götürdüklerini gördüm... İşte ağzı burnu kan içindeki delege o sırada içerden fırladı. Sarıgül'ün dışardaki karargah olarak kullandığı otobüs taraftarlarına çağrı yapmaya başladı. İçerdeki kavga dışarıya da yayıldı. "Keşke gelmeseydim" düşüncesi o sırada artık iyice pekişmişti...
Namuslular... Namussuzlar.... Kavga.... Kan.... Gerçekten bırakın sol'u, solculuğu, sosyal demokrasiyi, herşeyden önce "düzey" kaybolmuş... O zeminde sıradan siyaset bile olmaz... Birbirinin kafasını kıran, adayların "namus kavgası" yaptığı bir partiden ne çıkar Allah aşkına. Benim bıraktığım noktada CHP kongresi, Ankara grisini katlamış, umutsuzluğun karasına dönüşmüştü bile...
|