Sinema tutkum terapi seansı gibi
Sinema tabulara yasaklara karşıdır, her şeyi sorgulayabilir. Sinema geliştikçe insan ve toplum değişir, gelişir farklı ahlaki değerler ortaya çıkar. İşte Türkiye'de de sinema yazarlığı denildiğinde akla gelen en önemli isimlerden biri Atilla Dorsay'dır. Atilla Dorsay, 1970'ten günümüze Türk sinemasına en çok eğilen, sinemamız üzerine sürekli yazan bir eleştirmen. Kısa süre önce "İşte Büyü Zamanı" ve "Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları / Türk Sineması 1990-2004" adlı kitapları okuyucuyla buluşan Dorsay, sinemamızın farklı kuşaklara aktarılmasında da büyük pay sahibi. Türk sinemasından Hollywood'a uzanan, oradan günümüz oyuncularına gelen söyleşide Dorsay, çocukluğunda başlayan sinema tutkusunu bizlerle paylaştı.
* Sinema tutkusunuzu nasıl değerlendiriyorsunuz? "Nerede o eski filmler" dediğiniz oluyor mu? Tutkularımızın esiriyiz... Biraz melodram oldu ama galiba öyle. Tutkular başa bela elbette... Ama sana bir şey söyleyeyim mi, en kötüsü tutkusuz biri olmak yani ot gibi yaşamak. Sinema tutkumu bir büyük tedavi, görkemli bir psikoterapi seansı olarak görüyorum. Pek belli etmesem de kolay incinen, özellikle yaşamın kabalıklarından çok rahatsız olan bir ruhum var. Sinema benim için çocukluğumdan beri bir büyük kaçış oldu; gündelik, sıkıcı, tekdüze, hatta basbayağı çirkin olaylardan, görevlerden, ilişkilerden kaçma fırsatı. Eski filmlere gelince, onları çok seviyorum elbette. Eski pop şarkıları gibi; onlarla birlikte büyüdük, birlikte yaşlandık. Yeni sinemayı da yakından izliyorum.
* İki kitap çıkardınız; "Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları" ve "İşte Büyü Zamanı-Tutkulu Sinema Yazıları". Büyü sözü nereden çıktı? Yoksa yangınlı gala gecesinin öyküsü mü? (Gülüyor) Bu espriyi başkası da yaptı. Üstelik kapağı da -ki çok sevdiğim bir kapak- biraz korku romanı gibi oldu!... Aslında ben büyü lafını çok severim. Unutma ki yıllardır TRT2'de sevgili Alin'le sunduğumuz programın adı "Sinema Büyüsü". Benim kuşağım, daha bebekken karşılaştığı sinemayla, geniş perdede gördüğü ilk filmlerle büyülendi. Biz böylesine büyülenen son kuşaklardık. Ondan sonra TV icat edildi, namus bozuldu!... Şimdiki kuşaklardan sinemacı çıkması bile mucize. Ki Allahtan mucize tekrarlanıyor ve iyi sinemacılar çıkıyor.
* Ama kitaptan hiç söz etmediniz... Gevezelikten sıra mı geliyor... Kitap son 5 yılda çeşitli dergilerde veya gazetelerde çıkmış, kimi çıkmamış yazıların bir araya gelmesinden oluşuyor. İlk bölümde sinemanın başlıca türlerine kapsamlı biçimde değinen yazılar var; sonra güncel olayların ışığında ele alınmış kült filmler ve yönetmenler. Son bölümde Ertuğrul Özkök, Hıncal Uluç, Murathan Mungan, Fatih Özgüven gibi değerli kalemlerin yazdıklarına verdiğim yanıtlar yer aldı.
* Sizce film eleştirmeni kimdir? Türkiye'de esaslı birkaç film eleştirmeni adı verebilir misiniz? Film eleştirmeni, bol film izlemiş, bunun verdiği gurur ve güvenle her şeyi eleştiren, burnundan kıl aldırmayan, ukalalığı erdem sayan bir karakterdir yani genelde öyledir. Ben böyle olmamaya çalıştım ama becerdim mi, bilemiyorum. Bendeki bakış, sinemaya neredeyse bebekken gitmeye başlamamdan kaynaklanıyor. Allah ana-babamdan razı olsun!... Bu sayede eleştirmenlerin genelde küçümsedikleri komedilerin, müzikallerin, korsan ve saf macera filmlerinin tutkunu oldum. Bu bakışım pek değişmedi. Dikkat et, sinemaya yetişkin olarak başlamış olanlar, bu türleri sevmezler. Çocuksu bulurlar, sadece entelektüel filmleri savunurlar. Türkiye'deki esaslı eleştirmenler? Elbette, Semih Tuğrul, Tuncan Okan, Onat Kutlar... Yok canım, şaka tabii, yalnız ölmüşleri saymam yani... İzlediğim birçok kalem var ama mesleğin duayeni ve Sİ- YAD'ın (Sinema Yazarları Derneği) başkanı olarak isim veremem...
* Türk sineması hızlı gelişim gösteriyor. Dünya sinemasıyla karşılaştırdığınızda neler söylersiniz? Çok kötü durumda değil, hiç değil. Örneğin devletin son derece benimsediği, bir Greek Film Center aracılığıyla ve ayrıca Avrupa'dan gelen fonlarla milyarlar akıttığı bir Yunan sineması, 40 yıldır Angelopoulos'la geçiniyor... Belki onun yüzde, hatta binde biri devlet yardımı alan Türkiye'den ise her yıl mutlaka ödül alan bir-iki film çıkıyor. Bu da hiçbir filmini ülkede gösteremeyen ve Batı için film yapar duruma gelen bol ödüllü İran sinemasından daha iyi bir durum.
* Türk sinemasında kimleri beğeniyorsunuz? İşte yine tehlikeli sular... Ben yelpazesi çok geniş bir eleştirmenim, hangi birini sayayım? Eski kuşakları bir yana bırakırsak, Zeki Ökten, Ömer Kavur, Erden Kıral; hala çok güzel işler yapan Yavuz Turgul ve de özellikle yeniler, Nuri Bilge, Zeki Demirkubuz, Serdar Akar... Oyunculardan ise elbette yine eskiler, Türkan Şoray, Hülya Koçyiğit, Zuhal Olcay, Şener Şen ama yeniler de var; Başak Köklükaya, Nurgül Yeşilçay, Ruhi Sarı ve İsmail Hacıoğlu bunlar arasında.
* Hollywood sineması hakkında neler düşünüyorsunuz? Hollywood sineması hakkında çok iyi şeyler düşünüyorum. Vaktiyle editörlüğünü yaptığım bir kitapta Bertolt Brecht onun için "40 yıldan arta kalmış yosma" demişti. Ama yosmaların bilge ve deneyimini yabana atmamak gerek!... Hollywood kapitalizmin en iyi biçimde uygulandığı, büyük kitlelerin parasını çekmek için ona her zaman en iyi şeylerin verildiği bir sinemadır. Bu da Hollywood'u yalnızca Amerikan sinemasının değil, tüm dünya sinemasının Kabe'si haline getirmiştir. Hollywood'a çağrılıp, film çekmemiş büyük yönetmen yoktur; Lang'dan Preminger'e, Renoir'dan Truffaut'ya, Bunuel'den Antonioni'ye... Sinemayı bir büyük düşler ülkesi haline getirmiştir Hollywood...
* İşte Büyü Zamanı'nda "Eleştiri, Eleştirmenler ve Tartışmanın Güzelliği" bölümünde tartışmalar var. Hıncal Uluç'la ilgili anınızdan bahseder misiniz? Hıncal'la ilgili o kadar çok anım var ki... Onun filmler üzerine yazması bizim için hem mutluluk hem mutsuzluk kaynağı. Çünkü sinemaya dikkat çekiyor ki bu iyi bir şey ama onu zaman zaman çok tutucu buluyorum. Ben 40 yıllık eleştirmen olarak bile, kimi yargılarımdan şüphe duyuyorum, kimi filmlere şans tanıma gereğine inanıyorum. Hıncal ise her zaman kendisinden çok emin davranıyor. Oysa o da yanılabilir. Örneğin geçenlerde bir filme "Eşkıya'dan beri en iyi Türk filmi" dedi. Oysa halk o filme gitmedi. Demek ki, en azından sinemada "halkın sesi Hıncal" formülü iflas etmiş oldu. Oysa o kadar kesin konuşmasa, o filmi "Eşkıya" gibi bir başyapıtla çabucak kıyaslamasa belki daha iyi olurdu. Ama işte, o Hıncal, bu da onun tavrı. İnsanları oldukları gibi kabul etmek gerekiyor. Hele onlar temelde bizim dostumuzsa.
* Size bir Türk filminde oynama teklifi geldi mi? Ben amatör işi bir filmde oynadım, birkaç yıl önce. Bir hanım kız gelmiş, pek rica etmişti ama filmi hiç göremedim. Bir teklif gelse niye olmasın? Sinan Çetin bana bir filmi için eleştirmen rolü teklif etmişti, "Bay E" içindi galiba... Keşke kabul etseydim, Sinan Çetin'in elinden geçip meşhur olmayan var mı? O masayı bile kullansa, masa ünlü oluyor!... Sayım Çınar
Sayım Çınar
|