| |
|
|
Siyasetçi görevini tarihçiye bırakabilir mi?
Acaba hangi konular "Tarih"in, hangileri de " Siyaset"in karar alanına giriyor. Acaba bugün başlayıp, en çok bir hafta içinde iz bırakmadan biten bir siyasi olay var mıdır insan toplumlarında? Geçenlerde Zaman'da bu konuyu irdeleyen Prof. Dr. M. Şükrü Hanioğlu, "1915 Tehcir Kanunu"na dayalı olarak tartışılan "Ermeni Soykırım İddiaları"nı, sürekli tarihçilerin çözümüne aktarmayı yeğ tutan Türkiye'deki iktidarların tutumunu değerlendirmişti. Prof. Dr. Hanioğlu özetle şöyle diyordu: - Bir yandan resmi ideolojinin hizmetinde olan tarihçiden mükemmelleştirme vazifesi yapması beklenirken, öte yandan da onun "vesikalar"a bakarak bir fizikçinin ya da kimyagerin laboratuarında yaptığı deney neticesinde vardığına benzer bir sonuca ulaşması talep edilmektedir. - Tarih, dönemin yaygın kanaatleri çerçevesinde sürekli olarak yeniden yorumlandığı için Fransız İhtilali'nin 100 ve 200. yıllarında "devri sabık"ın (ancien regime) karakteri hakkında birbirinden oldukça farklı yorumlar getirilmiş, uzun süre "vak'ai hayriye" olarak kabul edilen yeniçeriliğin ilgası on dokuzuncu asır sonlarında Babı Ali diktatörlüğünün temel nedeni olarak görülmeye başlanmıştır. - Arap tarihçiliğinin II. Abdülhamid yorumu, 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında ciddi bir değişikliğe uğramış, nihayet 31 Mart Olayı üzerine en kapsamlı eseri kaleme alan değerli bir tarihçimiz 1970 yılında bu olayı "şeriatçı bir ayaklanma" olarak tavsif etmezken, 1994 koşullarında, böylesi bir tanımlama yapmayı uygun görmüştür. - 1915 Tehcir Kanunu ve bunun akabinde gelişen olayların niteliği konusunda son sözün tarihçilere bırakılmasını savunan ve uzun süredir değişik iktidarlar tarafından tekrarlanan Türk resmi tezi pek de anlamlı değildir. Mevcut meseleyi halledecek taraflar iki tarafın tarihçileri değil siyasetçileridir. - Konunun tamamen tarihçilere havalesi teziyle bir yere varılması mümkün olamayacağı gibi, kendisini uluslararası zeminlerde sürekli olarak zorlayan bu denli hassas bir konuda ciddi bir "siyaset" geliştiremeyen toplum konumunda kalınması da, zannedildiğinin tersine, ciddi bir zaaf olarak mütalaa edilmektedir. Prof. Dr. Hanioğlu'nun çok önemli makalesinden yaptığımız bu alıntılar, bizim siyaset, düşünce ve yönetim hayatımızda egemen olan çok yanlış bir eğilimi de temelden eleştirdiği için, dikkate alınmalıdır. Belirli dönemde belirli kişiler tarafından yeniden yazılan "Resmi ve İdeolojik Tarih", ne tarihle, ne de siyasetle ilgileri olan geniş kitleler tarafından, "Tartışılmaz Gerçek" biçiminde kabul ediliyor. Tarih bilgileri ve bilinçleri kıt, siyaset üretme yetenekleri de yok olan kadrolar, bir bayrak yarışı gibi, bu üretilmiş tarihi "Milli Tez" biçiminde kuşaktan kuşağa aktarıyorlar. En kötüsü de, bir kısım tarihçiler, mesleklerinden çok pozisyonlarına uygun davranarak, çözümsüzlükleri kendilerince kemikleştiriyorlar. Prof. Hanioğlu'nun uyarısı ciddiye alınmalıdır.
|