"Klasik" bir portre....
Yazımız, bugün "klasik bir portre"ye ayna tutmaya çalışacak abiler! (Ece Ayhan'ın ne güzel bir şiir başlangıcıdır; şiirimiz karadır abiler! Ece Usta'yı.. anmak istedim) Kadir Dursun diye bir ademoğlu vardır ki.. Aslen, Adıyaman'ın Tut kasabasındandır... Klasik müziği ömrü hayatında ilk kez 26 yaşında dinlemiştir... Fazıl Say'ın menajerliğini yapmaktadırlar... Ve ne zaman Bayburt(!) dahil, Anadolu'da klasik bir ses işitseniz, bilin ki hiç durmayan Kadir Dursun oradadır, yıllar süren "zulmü" sevgiye dönüştürmekle meşguldür!
Kadir Dursun'u yıllar önce Adıyaman Tut Festivali'nde tanıdım.. Festivali düzenleyen ve hayata geçiren Kadir Dursun'du.. Binbir direkli, binbir çiçekli şirin mi şirin bir Anadolu kasabasıydı Tut.. Cümbür cemaat İstanbul, Ankara, İzmir ve Antalya'dan toplanıp gitmiştik... Önümüze konan davet mektubunda, "Nemrut'ta, Tanrı heykelleri önünde gün batımında Vivaldi dinlemeye var mısınız? Gürer Aykal yönetecek.." diye yazıyordu. Açıkçası, gözlerime de işin olacağına da inanamamıştım! Ama gittik işte.. Önce, Kadir'in doğup büyüdüğü, ancak "memleket havadisleri ve iş ilanları" tara- mak için gazeteleri iki gün beklemek zorunda kalacağı, kuş uçmaz, kervan geçmez uzak, sessiz, yoksul ve yalnız Tut'ta cila yaptık... "Hayatın canı sağolsun" dedik ve dostlar sofrasını kurduk birinci akşam.. Kasaba sakinleri ağırlıyordu bizi gül gibi.... Ve kısa boylu, esmer, arı gibi genç bir adam da "bi kusur olmasın" diye fır fır dönüyordu çevremizde... Yalanımız yok, tıkır tıkır yürüyordu her şey ve bi kusur da yoktu... Belli ki o sakin ve delifişek adamın, Kadir Dursun'un başının altından çıkıyordu bütün bu hoşluklar... Derken, ertesi gün erkenden yollara koyulduk... Adıyaman'a gelişimizin "esbab-ı mucizesi"ne doğru, tırmanış! Gürer Aykal, katırın üstünde, Fikret Abi, (Otyam) Filiz abla bir başka katırda, Edip Akbayram ha keza.. "Tanrı misafiri" kim varsa "Tanrı dağları"na doğru tırmandıkça tırmanıyorduk... Orkestranın kullanacağı aletler içinse daha "özel", latife yapacak olursak dört çeker katırlar getirilmişti.. Zordu, hem de çok zordu ama.. Olmuştu işte, oldurulmuştu.. Orkestrası, şefi, protokolu, misafiri ve seyircisiyle birkaç saatlik serüvenin ardından alacakaranlıkta Nemrut'a varmıştık... Köylüsü, kızanı, erkeği, kadını olağanstü bir konser dinlemiştik o akşam, o gün batımında.. Nemrut, Nemrut olalı böyle bir klasik müzik konseri görmemişti.. İşte, ben, o gün Kadir Dursun'u, o gün hafızama kazıdım.. "Ey sen ne yamansın Adıyamanlı" diye.. Aradan bir yıl geçti, Nemrut'un, hatıra ve keyif rüzgarı hala sürüp giderken ve tabii ki ayağımızın tozu da henüz dağılmamışken, kendimizi bir kez daha bir "Kadir Dursun Prodakşın" operasyonunda bulduk.. Toroslar'da, Finike sırtlarında "Arikanda" diyesi bir antik kent.. Bizim Kadir Dursun, yememiş içmemiş bir yıl uğraşmış ve Nemrut'tan da çetin, kent merkezine uzaklığı Nemrut'tan da uzak ve yapalnız bir bölgede, yani, binlerce yıl önce büyük bir uygarlığın gelip geçtiği Arikanda'da, bir gece vakti muhteşem konser dinlememize fırsat yaratmıştı. Hiç unutmuyorum, inanılmaz bir "fotoğraf"tı olup biten... Gözlemeler, katırlar, çörekler, ayranlar, kemanlar, mitolojik bir ruh hali, köylü kadınlar, kasketli köylü kurnazı erkekler, uzaktan gelen misafirler ve sahnede Gürer Aykal şefliğinde yüz kişilik Senfoni Orkestrası... Bir Fellini filminden kareler akıp geçiyordu sanki.. Ve sabaha doğru varmıştık Antalya'daki otelimize.. Aslında, bu iki "ilk" dahi Kadir Dursun'u anlatmaya yeterdi ama durumun öyle kalmayacağı da belliydi... Sonra aylar ayları, yıllar yılları kovaladı.. Hayata, Tut'ta, çamur yollarda başlayan, "umuda yolculuk" niyetine üç beş kez Avrupa sınır kapılarına kaçak girmeye çalışan ve yakalanıp derdest edildiğinde dönüp Antalya'ya yerleşen, önceleri "haydi eller havaya" tarzı konserler düzenleyen ancak sindiremeyip "klasikleşmek" isteyen" Kadir Dursun'u, ardı ardına Antalya piyano festivallerinin kaptanı, ya da Aspendos Klasik Günleri"nin düzenleyicisi olarak görürüz.. Tabii ki tüm bu "tutku"sunun peşinden giderken Fazıl Say da çıkar karşısına Kadir Dursun'un.. İşte, orada durun; Daha 20'lerinde "uzun ince bir yol"a, Anadolu'ya, Aşık Veysel'e, Yunus'a "memleket" şiirlerine tutkun Fazıl Say, "memleket kokan, yerli olan, doğallıktan şaşmayan klasik ayrıntıları bilmese de klasiğe delicesine sevdalanan bu Anadolu'lu adamı, Kadir Dursun'u davet eder müzik dünyasına.. "Gel, Anadolu'daki ve bütün operasyonları, bütün konserleri sen yönet, menajerliğimi yap" der.. Birlikte çıkarlar yola artık... "Doğuş Otomotiv'in" desteğiyle yapılan "Anadolu Yollarında Bir Virtüöz" projesi, Kadir'in en büyük sınavlarından biridir. Anadolu'da, "zulüm" diye bellenenen "klasik müzik" Fazıl'ın olağanüstü yorumları ve tabii ki Kadir'in muhteşem, hatasız, eksiksiz organizasyonuyla sevgiyle karşılanır, sevgiyle uğurlanır.. Kayseri'de, Diyarbakır'da, Erzurum'da Sivas'ta ve daha pek çok Anadolu kentinde, yıllar yıllı "izdiham"ı geleneksel hale gelen konserler verilir.. Ve bazen de Avrupa kapılarında.. Bir zamanlar "iş" kapısı niyetine Viyana kapısından Alpler'e, oradan da İsviçre'ye gizlice geçmeye çalışan Adıyamanlı Kadir Dursun'a, bir başka zaman olacak Fazıl Say'la birlikte gidilecek bir İsviçre konseri için beş yıllığına vize verilecektir... Ve bir zamanlar "nota sehpasına, konser programı"na mana veremeyen bu Anadolu delikanlısı, her gün, her saat "klasik bilgisi"ne klasik katacak kemanlarla, arp arasındaki mesafeyi ezberlemek durumunda kalacaktır.. Ve bir bayram günleri gelip geçerken de "klasik bir portre" yazmamıza vesile.. İyi bayramlar..
|