|
|
Görüşünüzü alabilir miyim?
İkide bir vırvırlanıp durduğum için, hayatımı biliyorsunuz. İşten eve, evden işe bir durum. Haftada üç gün sabahtan akşama kadar sette, diğer dört gün sabahtan akşama kadar evde bilgisayar başında! Avrupa Yakası, canım dizim benim, çılgınlar gibi reklam taşıdığı için, asla ara vermeyerek, hatta yılbaşında ekstradan 100 dakikalık özel bölümlerle falan, hayatımı yarı açık cezaevine çevirmiş durumda! Bu vaziyette, dış dünyayla ilişkim, genellikle basın telefonları sayesinde oluyor. Hırsız Var filminin de vizyona girme arifesini idrak ettiğimiz şu günlerde, telefonlar hiç susmuyor. Röportaj yapmak isteyenlere bir sözüm yok, ama telefonda görüş almak isteyenler favorim! Sanki ben hiç mi yapmadım? Yaptım! Aktüel'de, sazan zamanlarımda, "Al bakalım şunları ara, bu konuda görüşlerini almadan da peşlerini bırakma" diye isim listesi yığarlardı önüme! Can sıkıcı bir durumdur, ama haberi çok renklendirir ve başka uygulama şekli de yoktur. Ne yazık ki, benim kafam bu aralar çok meşgul. Yorgun ve stresli olunca da tersim pistir! Olan genç gazetecilere oluyor tabii. İlginç telefon konuşmaları yaşıyoruz karşılıklı. Sözgelimi; dün, sette makyaj yapılır ve bir yandan rol ezberlenirken, bir genç hanım gazeteci arkadaşım arıyor: -İlk aşkınızı anlatır mısınız?! Hö? İyi de niye? İçki masasında mıyız? Sarhoş olup kendimi mi kaybettim? Veya 20 yıldır tanışıyor muyuz? Niye ilk aşkımı size anlatıyorum, manyak mıyım ben? "Yok valla, çok özel bir şey bu, zaten vaktim yok, kem küm" deyip özür diledim. Beş dakika geçmeden, zırrr, yine telefon. Bu defa haftalık bir dergi, "Murat Bey'le sizin şarkınız hangisi, ne zaman, nerede ilk defa dinlediniz ve o anda ne oldu?" diye soruyor! "Eheheh, başka detaylar da ister misiniz?" deyip, yine özür dileyerek kapattım! Ben tarihin farkında değilim tabii. Sevgililer Günü yaklaşıyormuş. Bütün özel sorular, aşklar, tanışma hikayeleri, kırmızı kalpler ve iç bayıcı kalp çikolatalar içinde boğulacağız yine gelecek ay! Yarım saat sonra, çekime girmek üzereyiz, bir telefon daha: "Fe... Soy... tavuğu... ne düşü.. yorsunuz?" gibi bir şey duydum. Telefonun çekmediği bir sette, kafam çorba gibi, anlamaya çalıştım. Herhalde hormonlu tavuklarla ilgili bir haber diye düşündüm. "Ne tavuğu? Benim uzmanlık alanım değil. Ben zaten balık severim" derken, karşıdan uzun bir es geldi. Meğer Ferhan Şensoy'un kavuğu ile ilgili bir polemik haberi yapılıyormuş, benden de görüş almak istemişler. Kavuk kimde kalsın, Cem'e verilsin mi, Allah bilir "Siz talip misiniz"e kadar gidecekti iş. "Vallahi benimle ilgili bir konu değil" deyip yine özür diledim. Tabii telefonda kaçmak kolay. Yüz yüze olunca sırıtkan sırıtkan bakmaktan başka bir şey gelmiyor elimden. Geçen cumartesi imza günüm vardı. Sağ olsunlar izdihamdı, kuyruktu, her şey yerli yerinde. Sağ olsunlar, gazeteci arkadaşlar da nereden haber aldılarsa kalkıp gelmişler. Saçımın başımın darmaduman olduğu, makyaj yapmadığım ender günlerden birinde, üç tane kamera, şaaaak diye ışıklarını açıp çekmeye başladılar! Murphy kanunlarıdır, olur, ne yapalım. Diziyle, kitaplarla ilgili bir iki sorudan sonra, hemen "görüş" bölümüne gelindi: "Yazar olmayanların kitap yazması hakkındaki görüşleriniz?", "Siz bu kadar bölümdür oyunculuk yapıyorsunuz, daha oyuncu olmadım diyorsunuz, ya 20 saniye görünüp oyuncuyum diyen mankenler hakkında görüşleriniz?", "Peki bir de şu konuda görüşünüz,..." derken, kan ter içinde uyandım ki, karşımda elinde kitap, imza bekleyen insanlar uçuşuyor! Yarın, Hırsız Var'ın galasından izlenimler yazacağım. İlk galam efenim, bakalım neler olacak. Kimse görüş mörüş almasın da, bana yeter!
|