Denizden Gelen Hayaller
İnsanların denizle ilişkisi hep korku doluydu. İnsanların denizle ilişkisi antik çağdan beri korku dolu. Arşivlerdeki minyatür, gravür ve el yazmaları da hep bu korkuyu ifade ediyor
Denizin öfkesi
Hint Okyanusu kudurduğundan ve yüzbinlerce can aldığından beri, denizin öfkesiyle yatıp kalkıyoruz. Yetim kalmış bir bebeğin eli, her şeyini kaybetmiş bir kadının bakışları ya da hüngür hüngür ağlayan yaşlı bir adamın çaresizliği kabuslarımıza giriyor. Haritadan silinmiş köyler, umutsuz yüzler, hastalıklar, ölümler. Bir de tabii çıldırmış bir okyanusun dev dalgaları... Paris Milli Kütüphanesi'ndeki "Deniz" adlı etkinlik, Tsunami'den bu yana dolup taşıyor. Arşivlerdeki deniz konulu minyatürler, gravürler, el yazmaları, aslında insanoğlunun denizle ilişkisinin antik çağdan beri korku dolu olduğunu anlatıyor. Mitolojik canavarlardan doğa felaketlerine kadar binlerce dehşet ögesi yüzünden, ondan hem korkulmuş, hem de kutsal kabul edilmiş. Güçlü gemiler yapmayı başaran Fenikeliler bile önceleri sahilden fazla uzaklaşmadan, korkarak yolculuk etmişler. Onların ardından Yunanlı denizciler gelmişler. Akdeniz ve Ege tanrısal figürler olarak kabul edilip, mitolojideki yerlerini almışlar. Bu dönemin deniz haritaları, asırlarca Bizans kütüphanelerinde gizli kalıp, rönesansta ortaya çıkmış. Sonra Romalılar Akdeniz'e Nostrum(bizim denizimiz) demişler. Ortaçağda deniz, dünyayı çevreleyen bir çember olarak resmedilmiş. Vikingler, düz tabanlı gemiler yaparak en dar boğazlardan geçmeyi başarmışlar. Kutsal kitaplarda bol bol adı geçmiş denizin, dinler tarihinin çok sık rastlanan "dekoru" olmuş. Ressamlar, müzisyenler ve edebiyatçılar da ilhamlarının orta yerine oturtmuşlar onu. Victor Hugo ile Jules Verne'in eserlerinin ve tabii, - nasıl unuturum,- Moby Dick'in başrol oyuncusudur deniz. Monet, Courbet ve Renoir en muhteşem fırça darbelerini, Debussy en derin notalarını hediye etmiştir "deniz" figürüne. Baudelaire için "ruhunun yansımasını seyrettiği bir aynadır", Lord Byron için "kimsenin giremediği bir dünyadır". Homeros için karanlık ve sınırsız bir yerdir, Poseydon'un nefretidir. Kimi dönemlerde lirik bir hikayedir, kimi zaman Neptün'ün öfkesidir, kimi zaman Nuh tufanıdır, bazen de Tanrının insana verdiği bir cezadır. Denizlere gömülen kentlerin hikayesi insanları hep endişelendirmiştir. Bir inanışa göre Paris şehri de sular altında kalarak yok olacaktır. Denizlerdeki milyonlarca yaratık da insanoğlunun hayal gücünü zenginleştirmiş. Deniz kızlarından deniz canavarlarına kadar fantastik figürlere inanılmış. Domuz kafalı balinalar, deniz şeytanları, dev yılanlar... Malum, Diderot "mantık uyuyunca canavarlar ziyarete gelir" der. Kesin olan şu ki, insanla denizin "sevda-nefret ilişkisi" sürüp gidiyor ve bazen insanlığı denizlerin öfkesinden ama çoğu kez de de denizleri insanlardan korumak gerekiyor. Ve inanılmaz bir teknolojiyle donanmış olsak da, tabiat hala, kafası bozulduğunda insandan baskın çıkıyor.
Sedef Ecer
|