| |
Genç senarist genç yönetmen olurken!..
Tayfun Güneyer'le tanışmam atv'nin kuruluş yıllarından. O gencecik, pırıl pırıl bir çalışanıydı kanalın. Daha sonra yollarımız ayrıldı, uzun yıllar görüşmedik. Yolumuz tekrar kesiştiğinde o "Eyvah Kızım Büyüdü" adlı televizyon dizisini yazıyor, ben ise aynı dizide Haluk Bilginer'in ağabeyi Rıfat'ı oynuyordum. Sonra dizi bitti. Yollar yine ayrıldı ve geçtiğimiz gün bir mesaj aldım Tayfun'dan. Tepeden tırnağa sıcacık, içten bir kardeş mektubu bakın nasıl: "Sevgili Savaş Abi... Televizyonculuğa seninle aynı dönemde başlamış bir kardeşin olarak, bana en çok yardım edebilecek kişilerden biri olduğuna inandığım için bu gün seni aradım Savaş Abi. 'Şans Kapıyı Kırınca' benim ilk uzun metrajlı sinema filmim. Kendim yazdım. Kendim yönettim. Hem de Küba/Havana' da. Hem de Ferhan Şensoy oynadı. Hem de Ferhan Şensoy ilk kez kendi yazmadığı bir şeyde, hem de 14 yıl sonra ilk kez bir filmde, hem de iki rolde birden oynadı.
Usta ve yetenekli oyuncular Sadece Ferhan Şensoy değil; Rasim Öztekin, Zeki Alasya, İlkay Saran gibi ustaların yanında, yeni ama çok yetenekli isimlerden Asuman Dabak, Necmi Yapıcı, Fethi Kantarcı da filmde... Bunun yanında Sinan Çetin, Küba'ya geldi ve öyle minik filan değil harbi harbi bir rolde oynadı. Tamer Karadağlı, Doğa Rutkay, Memet Ali Alabora, İpek Tuzcuoğlu, Cihat Tamer de filmin kenar süsleri. Ben, Nisan 2003'te 'Şans Kapıyı Kırınca'nın senaryosunu bitirdiğim zaman, önce oturup birkaç saat ağladım. Hem sevinçten ağladım, hem de gülmekten. Sevinçten ağladım çünkü senaryo gerçekten bir film senaryosunda olması gereken bütün kural ve oranlara uygun olarak yazılmıştı ve film olarak çekilmese bile, 'ben bir film senaryosuyum' diyebilecek bir cesaretle ortalıkta dolaşabilecekti.
'İçimde korku oluştu' Senaryoyu her okuduğumda, içimde bir korku vardı. 'Kompleks yumağı' başka bir yönetmenin, alıp bu senaryoyu 'kendi gözüne' göre yorumlaması ve dolayısıyla da en ince formüldenge ve hesaplamalarla ayarlanmış 'komedi matematiği' ni p.ç etmesi korkusu. 'Yok' dedim kendi kendime.. 'Ben çekeceğim bu filmi.. Hem de Küba'da çekeceğim.. Havana'da çekeceğim' dedim.
'Yüreğim acırdı' İlk önce senaryoyu Vural Öger'e gönderdim. Biliyordum onun ilişkileri olduğunu Küba ile. Senaryo, eskiden Show TV'de yayınlanan 'Şans Kapıyı Çalınca Yarışması'na katılan bir ailenin dramıyla başlıyor. Ben her izlediğimde çok acırdım o ailelere. Aile reisi haftalarca aptal bir görev için hazırlanır. Bu hazırlık kampı sırasında tüm aile fertleri o aile reisini bir 'kahraman' gibi görürler. Arkasından dualar edilir vb. Ama yarışma günü, adamcağız görevinin orta yerinde yanıp yarışmayı kaybedince, bütün yüzler asılır, kahraman aslan, olur korkak bir fare .
Umutlar yok oluyor!.. Benim filmim de işte tam bu noktada başlıyor. Taksim-Kadıköy hattında dolmuş şoförlüğü yapan ve doksanlı yılların başında 57 model Chevrolet dolmuşu elinden alınıp yerine toptancı minibüsü verildiği için en çok eski model arabaları özleyen, aile reisi Kuddusi Yurdum, aile zoruyla bu yarışmaya katılıyor. Yapması gereken 'kalori tablosunu ezbere sayabilmek'. Üç haftalık kamp dönemi sırasında, yine arkasından dualar ediliyor adamın. Yarışma günü, her şeyi, tablodaki bütün besinleri harika bir şekilde sayıyor. Ancak, son anda bir patatesin kalorisini bir eksik söyleyince, tüm ailenin 'büyük ikramiye' umutları uçup gidiveriyor.
Küba açıklarında bir ada!.. Yarışmanın sunucusu, tamamen yıkılmış Yurdum Ailesi'ne yarışmadan teselli armağanı olarak kazandıkları tatili açıklıyor: "Barboonia Adası'nda Yedi Gün Sekiz Gece Tam Pansiyon Ailecek Bir Tatil." Yurdum ailesi, ilk başta bu adayı Ege Denizi'nde vb. ufak bir ada zannediyorlar. Ada aslında, Küba açıklarında. .. Küba gibi komünist, diktatörlükle yönetilen, çok basit ve ancak bir Türk'ün çözebileceği türden sorunları olan bir adacık çıkıveriyor.
'Herkes bana güldü' Neyse, Vural Öger'e senaryoyu gönderdim. Pek de umudum yok aslında. Bir gün, bir okuyor. Hemen beni arıyor. Ben Bodrum'a uçuyorum. Tanışıyoruz. Bana senaryoyu çok beğendiğini ve yapımcısı olabileceğini söylüyor. Hemen bütçeler çıkartıyoruz. 'Tamam' diyor. Her şey çok heyecan verici. Çünkü sinema sektörüyle hiç ilgisi olmayan, gerçekten çok beyefendi bir iş adamı, sinemaya tam iki milyon dolar yatırım yapmayı kabul ediyor. Hem de daha önce hiç film çekmemiş, 33 yaşında bir senarist ve yönetmenle birlikte... O gazla, senaryoyu Ferhan Hoca'ya okutmaya karar verdim. Herkes bana güldü. 'Hade len.. O hiç başkasının yazdığı şeyde.. Hele hele senin gibi bir 'TV senaristinin' yazdığı bir şeyde oynar mı?' diye...
'Ellerim titiryordu' Bir şekilde Ferhan Hoca ile, İstiklal'deki bir şarap evinin, giriş kapısından en ırak köşedeki, en karanlık masasının yanındaki biraz daha az karanlık masada buluştuk. Heyecandan ellerim titriyordu. Çünkü büyük ihtimalle o da beni basit bir 'TV senaristi' olarak görüyordu. Eh öyleydim de aslında.
'Senaryom başarmıştı!..' Lafı hiç uzatmadan elimdeki senaryoyu masanın üzerine koydum.. 'Ferhan Abi bu senaryoyu ben yazdım. Sana buradaki Kuddusi ve Carlos rollerini teklif ediyorum' dedim. Ertesi sabah, saat on birde telefonum çaldı. Numaramı senaryonun ucuna iliştirmiştim. Arayan Ferhan Şensoy' du ve senaryoyu çok beğendiğini bana söylüyordu. Oynamak istiyordu. Bunu ben başarmamıştım. Senaryom başarmıştı. İşte tam o noktadan sonra beni kimse tutamazdı. Tutamadı da zaten. Çok eski bir ağabeyim olarak yardımlarını bekliyorum ağabeycim." TAYFUN GÜNEYER
|