|
|
Yangının boyutlarını görmek..
17 Aralık'ı -biraz da Melih Gökçek'in şenlik emrivakisi yüzünden- zafer gibi kutlayan yetkililerimizin, AB'ye 'harama hile kattınız' diye nota vermesi, iktidarı incitmekten sakınan medyamızca pek önemsenmedi.. Oysa sadece bu nota bile 17 Aralık yenilgisine belge olarak kafidir. Nitekim 17 Aralık'ın başarı sayılamayacağı yolunda yazıp söylediklerim yüzünden Allah katında hükümetle 'kul hakkı' muhasebesi yaşarken dayanacağım en büyük kanıt bizzat aynı hükümetin verdiği bu nota olacaktır..
Bir meselede, gelinen nokta doğru tespit edilemezse, geleceği tehlikeye atmak kaçınılmazdır. Türkiye'nin özellikle üç meselesinde; Kuzey Irak, Kıbrıs ve AB ile ilişkiler faslında, son çeyrek yüzyılı gerileyerek geçirdiğimizi kabul edip yeni bir strateji belirlemedikçe ve bu stratejiyi devletin bütün kurumları ile ahenkli biçimde takip etmedikçe 'Başka Bir Sevr' kaçınılmaz görünmektedir.. Bu öyle bir Sevr olacaktır ki, işgalciler Türkiye'nin içinde neredeyse nüfusun yarısına denk işbirlikçi bulacakları için, Atatürk ve arkadaşlarının verdiğinden daha büyük bir mücadele gerekecektir.. Osmanlı'nın bu açıdan bize acıklı bir ders olduğunu belki herkes kabul eder ama kimse gereğine bakmaz.. Duraklama devrini geçtik; gerileme çığırında sürekli yenilgilere rağmen yönetici sınıfı ve aydın, gerçekçi bir durum değerlendirmesi yapamamıştır.. Her yenilgi sonrası kaybedilen toprakların yeniden geri alınacağına yönelik sözde umutlar dile getirilmiş ve yaşatılmak istenmiştir.. Oysa akılcı durum değerlendirmesi yapılsaydı, sözgelimi 1850'lerde, yangının ulaşabileceği azami boyutlar öngörülseydi, galiplerin Türk milletine reva göreceği toprak parçası Sevr'inkinden muhakkak daha büyük olacaktı.. Zira, böyle bir bilinç, her ayrılan milliyetin hayalindeki coğrafyayı tamamen götürmesini engellerdi. Sözgelimi Bulgaristan'la oradaki Türkler için yüzlerce yıllık yerleşikliğin harita hesabı görülebilirdi. Aynı muhasebe bütün Balkan unsurları ile, ayrıca Bağdat ve Şam'la da geçerlidir. Ama her kaybedilen toprağı tekrar bulunabilir bir yitik gibi vehmetme alışkanlığı yüzünden doğru dürüst bir durum tespiti yapılamadığı için, yenilmeye doymadık. Bu durum orman yangını gibi bir şeydi.. Osmanlı yönetici ve aydını, yangın karşısında 'bir tek ağaç daha kaybetmeyi göze alamamak' gibi bir şartlanma ile hareket ettiği için, ateş hattının biraz gerisinde bir yol açıp çok daha fazla alanı kurtarma hesabını yapamamıştır.. 'Hasta Adam'ın bu marazı Atatürk'ten sonra yeniden nüksetmiştir. Mesela Kıbrıs.. 1974 müdahalesine rağmen, 1960 Londra Antlaşması ile varılan konumun gerisine düşmüş durumdayız.. Çözümsüzlüğü doğal çözüm sanmaktan, çözüm adına teslimiyete geldik.. 2002 Helsinki'de Ecevit, Yılmaz, Bahçeli ortaklığıyla, 2004 Brüksel'de de ErdoğanGül uzlaşması ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Kıbrıs Davası'nı fiilen terk etmiştir.. Şimdi bari bu terk edişin gereğini yapabilsek.. Hayır, sanki terk etmemiş görüntüsü veriyor ve Kıbrıs'ta, Rumlar'la eşit bir halkın hukukunu kovalıyormuş numarasına yatarak devleti büsbütün gülünç düşürüyoruz. Aynı durum sözde kırmızı çizgilerimizden birini oluşturan Kürt Devleti konusunda da geçerlidir.. Bu artık bir vakıadır ve Ankara fiilen böyle bir vakıayı kabul etmiş gibi davrandığı halde, lafta Irak'ın bütünlüğü gibi fuzuli gevezeliklerden vazgeçmemekte, kendi kendisini yeni duruma uydurmamak için adeta kafasını kuma sokmaktadır.. AB faslı da böyle.. Bugün zafer kutlayanlar dahil herkes bilmektedir ki, AB'nin bize enindesonunda dayatacağı tek seçenek 'imtiyazlı ortaklık' gibi üyelik dışı bir beraberlikten ibarettir. AB'nin 15 yıl sonra ne olacağı meçhul iken, siz üstelik yönetimde bulunmayacağınız o günler için hangi devlet idraki ile ülkenizi ebedi kayıtlarla bağlayabilirsiniz ki? Bu kafa hızla değişmezse 'Bir Başka Sevr' gelecek.. Kendi hesabıma o kurtuluş savaşını görürsem neler yapabileceğimi şimdiden kestirmeye çalışıyorum.
|