Kovulamayacağımız tek cennet... (1)
Hayatınızı nasıl görüyorsunuz? "Bugüne kadar yaşadıklarınızı şöyle bir anlatın" desem nereden başlardınız? Bırakın anlatmayı söz gider yazı kalır. "Oturun yazın" dersem, "Yazıcam da ne olacak, ne işe yarıyacak?" diyeceksiniz... Bir işe yaramayacak; diyelim ki, ille yaraması gerekiyor. Siz okursunuz, çocuklarınıza verirsiniz, eşinize hediye edersiniz... "Bak ben buyum, bana beni yazdım, oku bakalım" dersiniz. Anıları bilince çıkarmak, içimizdeki bu eşi benzeri bulunmayan hazineyi ortaya koyup başkalarıyla paylaşmak, kendimize, ailemize ve gelecek kuşaklara verebileceğimiz en güzel hediyedir. Genellikle, ülkemiz insanının kalemle, kağıtla barışık olmadığı, yazma eylemiyle ilintisi olmadığı konusunda yaygın bir kanı var. Bu doğru olsa bile hiçbir zaman "Yazmak" eylemiyle dost olmayacağımız anlamına gelmez. Jean Richter beyefendi buyurmuşlar ki, "Anılarımız, kovulamayacağımız tek cennettir." O zaman niye cennetinize yolculuk yapmıyorsunuz ki? Evet, nereden başlardınız? Hangi istasyondan binerdiniz cennete giden trene? Parmak izleriniz desem, bir ipucu olur mu size? Parmak izleri tektir. Biri ötekine benzemez... Evet, her bir parmak isi eşsizdir, benzersizdir. Yaşam öykülerimiz de tektir. Aynı karında beslenmiş ikizlerin bile yaşam öyküleri, parmak izleri gibi birbirine benzemez. Kimimiz yaşamımızın bir roman olduğunu düşünür, dillere destan olsun diye orada burada anlatır dururuz... Anlattıkça da değiştiririz... Anılarımızı kilden bir heykel yaparcasına, her anlatışımızda farklı bir şekle sokarız. Anılara yolculuğun gölgesini, kağıt üstüne düşürmeye meraklı olanlarımızsa düzenli ya da başıbozuk günlükler tutar. Japonya'da günlük tutacak vakti bile olmayanların sorunlarını halleden şirketler kuruldu... Arıyorsunuz o an ya da o gün neler yaşadığınızı, hissettiklerinizi, hatırladıklarınızı anlatıyorsunuz... Ay sonunda hepsi düzenlenmiş, yazıya dökülmüş olarak adresinize yollanıyor... Yani "Taze taze kaydedilsin" isterseniz böyle servisler de var... "Günlük istemem. Araya zaman koyup, anılarımı sonra bir araya getirmek istiyorum" derseniz o da sizin bileceğiniz iş. Bana sorarsanız, siz gene de bir kenara bir şeyler çiziktiriverin her gün... Çok haliniz vaktiniz yerindeyse, tarihteki birçok kral, sultan, prens, imparator gibi kendinize günlükçübaşı da tutabilirsiniz... Günlüklerde günü yakalamaya, ileride kendimizi okuyabilmek için yaşadıklarımızı bir araya getirme çabası vardır. Bazen de yarından korktuğumuz için, kendimizle yüzleşmek istemediğimiz için, geçmişimizle dostluk kurmak istemeyen yanımızla karşı karşıya kalırız. Güvensizliğin ve korkunun hüzzam ağırlığı sarıp sarmalar dört yanımızı... Bir bakış, bir kırılış, bir yalnızlık gecesi, bir yalvarış kaç sayfada, nasıl anlatılır ki? Geçmişteki o çocuk, o delikanlı, o genç kız sanki başka biriymiş gibi gelmez mi size? Adını zor çıkaracağım tanıdık bir delikanlıyı hatırlatır bana eski resimlerim; bazen de geçmişte kalmış sevdiğim bir dost gibi gelir bana eski hallerim... Arada bir uğrar o eski dostlar. Eski fotoğraflarından bir albüm yapsan, birbirini tanımayan bir sürü adamın suretlerini yan yana dizersin. 15 yaşın 25 yaşını tanımaz... 35 yaşın 25 yaşını anlamaz... 18 yaşın 40'ını tuhaf bulur... 50 yaşın 16 yaşınla tanışıp arkadaş olmak ister belki de... Eski fotoğraflardaki sen, değişen dünyayı ve seni anımsatır sana... Ne demiş büyük üstad Oktay Rıfat; "Hatıralar da dal istiyor Kuşlar gibi konacak" Haftaya yeni yılın ilk yazısında hatıralar hangi dallara konacak onu anlatacağım... Şimdiden barış, sevgi dolu hayırlı yıllar...
|