| |
Çankaya'ya kaçmak yok!
Medya, tarihi Brüksel zirvelerini dakika dakika vererek, görevini yerine getirdi. Nereden nereye geldiğimiz daha çok konuşulacak. Fakat ben size bugün, 'yarını' yazmak istiyorum. 99 Helsinki zirvesinden sonra, her defasında Avrupa'nın bize müzakere tarihi vereceğini savunmuş bir kişi olarak, bazı öngörülerde bulunabileceğimi düşünüyorum.
Kıbrıs bahanedir
Deniyor ki: "Kıbrıs takozu, müzakere sürecinde Türkiye'nin önüne bir engel olarak konulmuştur." Hayır! Tam tersi Kıbrıs, gerek Türkiye'nin gerekse Avrupa'nın 'gericilerinin' payandası veya bahanesi olarak kullanılagelmiştir hep! Tarihi inşa edenler ve dünyanın nereye gittiğini görenler için Kıbrıs, sadece çözümlenmesi gereken bir diplomatik problemdir. Ve mutlaka çözülecektir. Türkler ile Rumlar bir gün mutlaka el sıkışacaklardır. Çünkü ortak gelecek, husumetler üzerine değil barış üzerine kurulur. Irak'ta masum halkı öldüren Amerika ile stratejik müttefik olmayı içine sindirenler, Rumlar'la tokalaşmayı mı sindiremeyeceksiniz? Daha 200 yıl önce, Britanya İmparatorluğu, İngiliz kumaşı ile rekabet eden Hint kumaşını ortadan kaldırmak için Hindistan'daki kumaş dokuyucularının bileklerini kesmiyor muydu? O halde şimdi Blair ile nasıl el sıkışabiliyoruz?
Kim kime kazık attı?
Müzakere sürecinde temel problem Kıbrıs değil, bizim yerli gericiler ile Avrupa'nın çakalları olacaktır. Kıbrıs yalnızca onların kullanmayı çok sevdikleri bir bahaneden ibarettir. Alın size bir soru: Çağdaşlaşma sürecimizde, bize Avrupa mı sürekli engel çıkardı yoksa biz mi hep kendi kendimize kazık attık? Haydi dürüstçe söyleyin. 80 darbesini Fransızlar yaptı da, anayasası İtalya'dan mı geldi? Özal'ın 87'deki başvurusundan, 99 Helsinki zirvesine kadar geçen 12 yılı, İngilizler mi heba ettiler? Buradan şu çıkar: Müzakere sürecinde, en büyük çatışmalar Türkiye'nin kendi içinde yaşanacaktır. Çünkü, geçmiş yüzyılın yarısını birbirini boğazlayarak geçiren Avrupalılar'ın, barbarlıktan artık edebiyen uzaklaşma projesini anlamakta güçlük çeken kalın kafalıların neslinin aniden tükeneceğini sanmıyoruz. Onlar, Almanlar'la Fransızlar'ın niçin ve nasıl el sıkıştıklarını düşünemiyorlar bile...
5 yıl bile yeter
Deniyor ki tam üyelik tarihi, 2014'teki Mali Çerçeve'den sonraya atıldı. En erken ancak 2015'te üye olabiliriz! Aman efendim probleminiz bu olsun. Yoksa, Avrupalılar'ın hepten enayi oldularını ve bizi Ankara'da nal gibi durmakta olan Darbe Anayasasına rağmen üye olarak hemen kabul edeceğini mi hayal etmekte idiniz? Geleceği öngörebilmek için, ivme yasalarına bakmak, kaçınılmazlıkları irdelemek gerekir. İç ve dış dinamiklerin senteziyle Türkiye, 2005'te müzakerelere başlayıp, 2010'da, haydi imza vaktidir diye Brüksel'in kapısına dayanırsa, hiç şaşırmayın.
Bu ekip yapacak
Başbakan Erdoğan'ın kişisel performansı mükemmel. Ekibi sağlam. Fakat en önemlisi, ortaya konulan siyasi irade ve kararlılıktır! AB'yi şimdiki noktaya getiren temel faktör de budur. Bu iradenin ve kararlılığın sürmesi için Erdoğan'ın, herhangi bir seçim atraksiyonu ile Çankaya'ya kaçmayı aklından bile geçirmemesi gerekiyor. Bu iş bitinceye kadar mücadeleye devam edilmeli. Türkiye'nin AB'ye üye olması, Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olmasından çok daha tarihi değerdedir. Bir nokta daha: AB ile müzakere süreci ülkemiz için o kadar önemli ki, Sezer'den sonra Çankaya'da kimin oturacağından tutun da, hızlı değişimleri parıltılı bir yaklaşımla izleyen yüksek komuta kademesinin görev sürelerinin uzatılması bile gündem maddeleri arasında düşünülmelidir.
|