| |
5 yıl yeter ama
Bir yandan Türkiye'nin kararlı ama ipi koparmamaya özen gösteren soğukkanlılığı, bir yandan da AB'nin yaşlı kıtanın tarihinde dönüm noktası olarak nitelediği zirvenin fiyaskoyla bitmesinden duyduğu korku, uçurumun kıyısından dönülmesini sağladı. Yoksa Brüksel'de dün sabah 1997 Lüksemburg zirvesindeki kadar vahim bir krize ramak kalmıştı. Fransa Cumhurbaşkanı Chirac'ın Brüksel yolculuğu öncesi televizyon konuşmasının moraliyle güle oynaya başlayan zirvede hava neden birdenbire değişti? İki nedeni var: * Birincisi, AB'nin son genişlemedeki hatalar ac Türkiye'den ç kalkmas Yani müzakere koşullariyice aştsonucunu da belirsizlik ksarsarmalamas * İkincisi, 5 yıl önce Helsinki'de taşlarını döşediği Kıbrıs çıkmaz sokağını Türkiye'ye açtırmaya kalkması. Türkiye'ye diğer adaylardan farklı bir muamele öngören ilk gruptaki yanlışlar, Başbakan Erdoğan'ın masadan kalkmayı göze alan kararlılığı, deneyimli diplomatlarımızın bildiri metnindeki her sözcük için kılı kırk yaran titizliği ve o kritik saatlerde Türk heyetinin elini güçlendiren CHP lideri Deniz Baykal'ın "Müzakereleri donduralım" çağrısı sayesinde tatmin edici bir çözüme kavuştu. Ayrımcılık ifadelerinin neredeyse tümü (yüzde 90'ı) ya yumuşatıldı, ya çıkarıldı, ya da iyileştirildi.
Rum oyununu bozmak şart İkincisi, Güney Kıbrıs'ın 12 Eylül 1963 tarihli Ankara Antlaşması kapsamına alınması, yani gümrük birliğine dahil edilmesi koşulu ise aşılmadı, zamana yayıldı. 10 aylık bir sürece. Bilin ki, birşeyler yapamazsak en geç müzakerelerin başlayacağı 3 Ekim 2005 Pazartesi günü Güney Kıbrıs sorunu yeniden önümüze gelecek. O gün "peki" deyip imzayı basmakla da iş bitmeyecek. 31 bölümün her birinin müzakerelerinin açılıp kapanması için AB'nin 25 üyesinin oybirliğiyle onayı gerekecek. Rumlar onay için bir bölümde "de facto"dan sonra "de jure", yani hukuki tanınmayı isteyecekler, bir diğerinde asker çekilmesini, bir başkasında Türkiye kökenlilerin adadan ayrılmasını. Böyle uzayıp gidecek... İşte bu sürekli kriz döngüsünü kırmak için Türkiye önündeki 10 aylık dönemde bir yandan AB ile müzakerelere hazırlanırken, bir yandan da Kıbrıs için yeni bir stratejiyle seferberlik başlatmak zorunda. 70-80 milyonluk Türkiye'nin karar mekanizmalarında etkinliği ele geçirmesinden korkan AB liderlerine, avuç içi kadar bir ada parçasındaki 600 bin kişinin tutsağı haline gelmelerini nasıl içlerine sindirdiklerini sormalı. Emekli Büyükelçi Özdem Sanberk'in ifadesiyle, "Rumlar'ın Avrupa'nın değerlerini ve ilkelerini paylaşmak için değil, Kıbrıs Türkleri'ni tahakküm altına almanın bir aracı yapmak için AB'ye girdiklerini" bıkmadan usanmadan anlatmalı. Hiç değilse AB müktesebatının Kuzey Kıbrıs'ta da uygulanmasını istemeli. Yoksa 10-15 yıl boyunca başımızın üstünde sallanıp duracak kriz tehdidine ne kamuoyunun sinirleri dayanır, ne de müzakere süreci. Bu iç karartıcı perspektifi, Brüksel kulislerinden sızan bir ışıkla biraz olsun aydınlatalım: AB Komisyonu kaynakları, müzakerelerin 10-15 yıl süreceği ifadelerine gülüp geçiyorlar ve şöyle diyorlar: "Türkiye'yi, Sovyet planlı ekonomisinin cenderesinden birkaç yıl önce çıkmış ülkelerle (AB'ye giren Doğu Avrupa ülkeleri) karıştırıyorlar. Türkiye 50 yıldır serbest piyasa ekonomisine sahip. Ayrıca gümrük birliği ile AB ekonomisine de çok büyük ölçüde entegre oldu. Müzakereler için, teknik olarak, 5 yıl yeter de artar bile." Tabii Kıbrıs dikeni yolun her dönemecinde ayağımıza batmazsa...
|