Geçmiş olsun...
(Brüksel) Galiba, önce şöyle düşünmeli: 1.Masayı terk ederek ülkeye dönen bir başbakan mı tercih ederdiniz?.. 2.Masada koşulları sonuna kadar zorlayarak, büyük dikenleri temizlenmiş ama elbette hala dikenli bir AB bahçesine girerek dönen mi? Birincisi olabilirdi. Olmaya çok yakın seyretti. Fiilen, Başbakan'ın yerinden kalkıp "Ben gidiyorum" demesiyle neredeyse oluyordu. Yakın çevresinden kimilerinin de "kabul edilemez" demesiyle bavul hazırlığı kapıya dayandı; heyette son ana kadar zorlamaktan yana olanların telkiniyle, Blair, Schröder gibi liderlerin çabalarıyla masa daha sıcak kılındı. Elbette herkes, varılan uzlaşmaya bakarak kendi yorumunu yapacak. "İçeriden" bir diplomatın deyişiyle, "Bundan çok daha kötüsü de olabilirdi; Başbakan bundan daha fazlası için de bastırabilirdi." Lakin, şunu söyleyebilirim: Aşağılandığını düşünerek AB'nin dış kapısından içeri yönelmekten bile vazgeçme aşamasına gelmiş, getirilmiş Türkiye, bir krizin de eşiğinden döndü. Başbakan ve hükümet ve Türkiye, kendi deyişleriyle, "başardı".
AB'nin, çeşitli ülke kaprislerinin ve korkularhatta nefretlerinin harmanlamasçbirdenbire en yükseklere koymassonucunda... "eşe önce kaybettirip sonra buldurdular" da diyebilirsiniz. Ancak, hala epey uzun ve engebeli duran AB yolunun bir "eşek" yahut bu yolda çeşitli bedeller ödeyerek ve çeşitli tavizler alarak tutunmaya çabalaman"eşeklik" olup olmadda samimi bir karar vermek gerek.
Aslında Türkiye, "kırmızı çizgim" dediği Kıbrıs meselesinde köşeye sıkıştırılarak, sabrı, taviz kapasitesi ve kararlılık açısından sınanmak istendi. Handiyse, çizgiyi morartmak üzere. Ve buradaki kapanın içinde boğuşurken, muhtemelen diğer sorunlardaki itiraz kabiliyeti de budanmak istendi. Hemen söylemeli: Kıbrıs'la ilgili gelinen nokta artık "pembe çizgi" dir. Adına şimdilik tanıma denmese de, sözlü vaat uyarınca, (eğer yeni mucize formüllerle birleşme olmazsa) Rumların Kıbrıs'ını "bir gün" tanımak zorunda kalacağınız bir sürecin içindesiniz artık. Kazanım? Bunu, dayatıldığı gibi hemen yazılı bir taahhüde dönüştürmemek... "Bu tanıma değildir" deme fırsatını elde etmek... Başka kanallardan adil bir çözüm için yürütülebilecek bir süreç için zaman kazanmak... En azından 3 Ekim'e kadar Kuzey'in tecridini kırabilecek çözümler için bastırabilme fırsatı. Taviz alınmış ve verilmiştir. Türkiye artık, bir "AB üyesi" ni zaman içinde tanıma zorunluluğuyla birlikte, Kuzey'in haklarını da daha çok kovalamak sorumluluğu içindedir.
Gerisi, burada daha önce "uzlaşma sa en ideal hal" diye tan"Kim öle, kim kala" süreci. Biletinize "her an trenden at diye yazüstünüze şimdiden bir lanetli gömlegiydirilmek istenirken, trende yolculubeceremeditakdirde kendi arzusuyla atdiye yaz şçileri hiçbir zaman serbestçe dolaşamaz diye yazistenirken, herhangi bir ülke "lüzum görürse" diye, bir kibarlyap "Kriterler" gibi mubir ifade, çok sevdipek benimsediKopenhag kriterleri" diye somutlaşt
"Büyük zafer" görmek isteyen de, "yenilgi" saymak isteyen de, o zaviyelerden bakabilir. İleride her iki zaviyeyi de kuvvetlendirecek çok şey olabilir. Ama unutulmamalı ki, sadece uzun bir müzakere sürecinin yoğun ve gergin son dakikalarında önemli bir uzlaşmaya varıldı. Orası, Türkiye'yi istemeyen Avrupalılarla, AB'yi istemeyen Türkiyeliler arasında, adaletin, hukukun, huzurun, mücadelenin de uzlaşmanın da demokratik bir mana kazanabileceği bir imkan ve ihtimaller diyarında yolculuk. Türkiye'den vazgeçemeyen Avrupalılarla, Avrupa değerlerine vurgu yapan "bizimkiler"in, "tarihi bir kimya"nın ufku için tarihi adım attıkları an. Bir de, "ulusal sevinç"in sadece Borsa'da kazananların cebinde bayramla kalmaması, toplumsal bir ufkun açılmasına vesile olması gereken an! Aslında, bu dünyada önemli bir an.
|