Tarihten yapraklar
"Sakalı uzamış insanlar, uykusuz yüzler... Bu iş hep böyledir zaten" diyor Türkiye'yi Avrupa'ya demirleyen o uykusuz gecenin ana kahramanlarından biri. Günlerdir baca gibi sigara içen Türkler'in dumana boğduğu Brüksel Conrad Oteli lobisindeyiz. Karşımdaki diplomat bir sigara daha yakıyor. Şükran duygusu içinde adeta ellerine sarılmak istiyorum. Çünkü 30 saat durmaksızın devam eden diplomasi maratonu, Türkiye'ye tarihi bir fırsatın kapılarını açtı. Avrupalıyız. Başardık. Batmayacağız. Çocuklarımız Avrupa Parlamentosu'nda çalışabilir ya da Paris'te reklamcı, Almanya'da postacı olabilir. En azından artık bunu hayal etme hakkımız var. "Başardık" diyen Başbakan Tayyip Erdoğan'ın yüzünden yorgunluk akıyordu. Üç saat uyumuştu. Perde arkasında harıl harıl çalışan danışman ve teknokratlar ise, dinlenecek o üç saati bile bulamamıştı. Perşembe gecesi önlerine konan o tatsız taslak metnini değiştirtmek için uğraşıp durdular. Bir noktada (tam olarak söylemek gerekirse cuma sabahı saat 7.00 civarı) her şey kötü gözüküyordu. Diplomatlardan oluşan bir heyet, Hollandalılar'la müzakereye gitti ve eli boş döndü. Türkiye Avrupa'dan yüzlerce yıl, binlerce kilometre uzaklaştı.
Tarih yazan an Sonra Başbakan devreye girdi. Bazen tarihi ilerleten ufak enstantaneler. Cuma sabahı 11.30 civarı, Türk delegasyonu Avrupa Konseyi'nde kendilerine ayrılan odada sıkıntı içinde. İşler iyi gitmiyor. Avrupalılar, gururlu bir milletin neden "Bugün ille de Ankara anlaşmasını imzalayacaksınız" dayatmasına direnişini anlayamıyor. Son kozlar oynanıyor. Erdoğan etrafındaki heyete bakıyor. Neredeyse 20 kişi. Başını sallıyor. Onlardan da onay geliyor. Birçoğu aynı bezginlikle başını sallayarak hayır işareti yapıyor. Ve o anda Başbakan elini AB dönem başkanı Hollanda'nın Dışişleri Bakanı Bernard Bot'un koluna koyuyor. "Thank you. Goodbye." Hollandalı tam anlayamıyor ne olduğunu. O sırada diplomatlardan biri lafa giriyor "Anlıyor musunuz? Gidiyoruz artık." Bir danışman uçağı hazırlamaları için talimat veriyor. Almanlar'a ve İngilizler'e aktarıyor kararı: Gidiyoruz artık. Bitiyor Türkiye'nin Avrupa macerası. Kabul edemeyeceğimiz şeyler istediniz. Erdoğan'ın her ihtimale karşı metin yazarlarına ısmarlamış olduğu "Bitti artık" konuşması hazır zaten. Gidiyor.
Paniğe kapıldılar Ve o anda Avrupalılar paniğe kapılıyor. Önce Tony Blair çıkıp geliyor. İngilizler zaten zirvenin başından beri Türkiye için bir orta yol bulmaya çalışıyor. Herkesin bize karşı olduğu hikâyesi palavra. AB içinde "Türkiye dostları" var. Dünyada da. Türkiye meselesi adeta AB'yi bölüyor. Blair'den sonra Schröder, sonra Berlusconi. Hepsi Erdoğan'a dil döküyor ikna için. Türkiye kalkmasın masadan. Biz Kıbrıs konusunda Papadopulos'u ikna ederiz. Adada barış süreci yeniden başlamalı. Tabii ki daimi kısıtlamalar ayrımcılık. Evet bu metin sizler için kolay değil. İşte o andan itibaren Türkiye'nin şansı dönüyor. Erdoğan kalkıp gitme kararlılığıyla kendi şansını kendi yaratıyor. Ve Türkiye'nin... Arkasındaki kadro ona destek oluyor. Schröder özellikle etkili oluyor. İngilizler Kıbrıs'taki barış süreci konusunda rahatlatıcı mesajlar veriyorlar. Diplomasi denilen "sinir savaşı"nda imtihanı geçiyoruz. Masaya vurup kalkmaya, pire için yorgan yakmaya alışık Türkler, Avrupa'nın "uzlaşma" kültürüne uyum sağlıyor. Ağlıyor, kızıyor, pazarlık yapıyor. Biraz yenilgi, biraz uzlaşma, biraz başarı. Uzun gecenin sonunda, Avrupalı oluyor Erdoğan ve arkadaşları. Ve de bizler.
|