| |
İlk müjde Helsinki'den
Ali Bey, sakın haysiyetimizle oynatmayın: 1987 Nisan'ında Başbakan Turgut Özal, tam üyelik başvurusunu iletmek üzere Brüksel'e uğurladığı Avrupa Topluluğu ile ilişkilerden sorumlu Devlet Bakanı Prof. Dr. Ali Bozer'i böyle uyarmıştı. İşte o dilekçenin işleme konması süreci bu akşam yine Brüksel'de, Türkiye saati ile aşağı-yukarı 22.00'de tamamlanacak ve sadece bizim değil Avrupa'nın tarihinde de dönüm noktası oluşturacak karar yarın öğleye doğru resmen açıklanacak. AB ile aramızda çok iniş-çıkışlar oldu bu 17 yılda ama Özal'ın vasiyetinden hiç sapmadık. O uğurda gerektiğinde kapıyı çarpıp çıktık. 1213 Aralık 1997'deki Lüksemburg zirvesinde olduğu gibi. Hatta gemileri yakmayı bile göze aldık: Türkiye'ye diğer adaylarla eşit statü verilmeyen o zirveden sonra Başbakan Mesut Yılmaz, "AB'ye tutumunu değiştirmesi için 6 ay süre veriyoruz" diye resti çekti, "Yoksa tam üyelik başvurumuzu geri çekeceğiz..." Sonra kaç zirveyi daha izledik bazen yürek çarpıntısıyla, bazen buruk duygularla, bazen ertelenmiş umutlarla: Cardiff, Viyana, Helsinki, Kopenhag, Dublin, Roma... Artık son duraktayız. Bundan sonra "Nefesler tutuldu" manşetleri atmak yok, "Gözler bilmem nerde" sürmanşetleri de...
Duygulandıran tablo Ve herkes son hamlelerini yaptı. Piyasa pozisyonunu aldı. Dönem başkanı Hollanda Başbakanı Jan Peter Balkenende, nihai bildiri taslağını başkent başkent dolaştırdığı turunu bitirdi. Basın son anketlerini yaptı. Bu satırların kaleme alındığı saatlerde tek belirsizlik vardı: Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac'ın televizyondan "Ulusa sesleniş"i. Bir de iyi haber: Avrupa Parlamentosu'nun Türkiye ile tam üyelik hedefli müzakerelerin açılması çağrısı yapılan karar tasarısını ezici çoğunlukla ve insanı duygulandıran bir ortamda kabul etmesi. Ama asıl müjde Viyana üstünden Helsinki'den geldi: 1999 Helsinki zirvesine başkanlık eden Finlandiya Başbakanı Paavo Lipponen, o tarihte Ankara'ya gönderdiği ve bugüne kadar içeriği gizli tutulan mektupla Türkiye'ye özel koşullar dayatılmayacağını taahhüt ettiğini açıkladı.
En önemli güvence Mektubun ilginç bir öyküsü var: Türkiye, 10 Aralık 1999'da toplanan Helsinki zirvesi nihai bildiri taslağında Kıbrıs ve Ege için getirilen koşulları reddetti, Dışişleri Bakanı İsmail Cem "Bu işte yokuz" dedi. Ve AB'de müthiş bir telaş başladı. Zirveye katılan liderler metni yumuşattı, AB Komisyonu'nun iki üst düzey yöneticisi Javier Solana ve Günter Verheugen hemen o gece Chirac'ın özel uçağıyla Ankara'ya gönderildi. Türkiye o ikiliye karşı da kararlı tutumunu sürdürürken, Başbakanlığa Helsinki'den bir "faks" geldi. AB Konseyi, yani AB'nin tüm liderleri adına Lipponen göndermişti. Ecevit yazıyı Bakanlar Kurulu'nda tartışmaya açtı. Nihai bildiri taslağının bir parçası olduğu, AB'yi bağladığı sonucuna varıldı, Ecevit, ertesi gün Cem ve Devlet Bakanı Mehmet Ali İrtemçelik'le birlikte ATA uçağıyla Helsinki'ye giderken sıkı sıkıya tembih etti: "Solana'nın bir ricası var. Lipponen'in mektubunun içeriğini açıklarsak, Atina'da kıyametin kopacağını söyledi. Lütfen gizli kalsın." O mektup dün Lipponen'in de doğruladığı gibi müzakere sürecinde en önemli silahımız olacak. İşgücünün sürekli kısıtlanması gündeme gelirse Lipponen'in AB adına verdiği güvenceyi hatırlatacağız. Tarım politikaları ve fonları için özel koşullar getirmeye kalkışılırsa da. Çünkü Lipponen'in taahhütleri AB hukuku ve müktesebatının ayrılmaz parçası haline geldi.. .
|