|
|
Zor hafta
Güç bir haftaya giriyoruz. AB ülkelerinin devlet ve hükümet başkanlarının Brüksel'de 1617 Aralık'ta yapacakları toplantı, Türkiye için önemli bir kavşak noktasını oluşturacak. Türkiye'nin AB'ne tam üye olmak için yıllardır süren çabaları AB liderlerinin kararlarına yansıyacak. Aslında son iki haftaya kadar, altı aydır hayli iyimser bir havadaydık. "Bu iş oldu" diyenlerin oranı fazlaydı. AB'nin verdiği ödevleri harfiyen yerine getiriyor, kritik bir çok eşik atlıyorduk. Son iki haftada hava birden döndü . Doğru olup olmadığı sınanamayan birçok haber ortaya atıldı. Karar taslaklarının biri gitti, diğeri geldi. Herkesin kafası karıştı. Piyasaların ve kamuoyunun bekleyişleri inişli çıkışlı bir hal aldı. Şimdi, bu hava ile haftaya başlıyoruz. Şunu unutmayalım ki, Brüksel zirvesinden çıkacak karar politik nitelikte olacaktır. Nasıl AB'ye alınan her ülke için politik karar verilmişse, Türkiye için de bu geçerlidir . Kararı verecek olanlar siyasi kişilerdir. Bir taraftan kendi kamuoylarını tatmin etmek isterken, kendi parti tabanlarının eğilimlerine de bakacaklardır. Türkiye'nin de demokratik bir ülke olduğunu gözden kaçırmayarak, onun da kabul edebileceği bir yol bulacaklardır.
ABD yönetimi susuyor Zoraki bir evliliğe iki tarafın da rıza göstermeyeceğini bilmektedirler. Bu karışıklıkta, sanırım bir önemli nokta dikkatinizi çekmiştir. AB serüveninde bizi başından bu yana destekleyen ABD yöneticileri, son zamanları suskunlukla geçirdiler. Helsinki zirvesi öncesi Clinton'un Türkiye'yi nasıl arkaladığını hatırlayın. Bush'un altı ay önce Ortaköy Camii ve Boğaz Köprüsü'nün muhteşem görüntüleri eşliğinde söyledikleri gözlerinizin önünden bir geçsin. Böylesi bir ilişkiden sonra tam karar arifesinde ABD'den bir ses çıkması garip. Bu durum, belki son dönemdeki "ilişki soğumasını" yansıtıyor, ama tam anlamını AB'nin kararından sonra öğreneceğiz. Sonuçta bütün bu oluşumlar, belirsizliğin artması sonucunu doğurdu. Grilikler daha da derinleşti. "Şimdi ne olacak?" sorusunun yanıtı, cuma günü ortaya çıkmadan önce olasılıkları kurgulayalım. Kanımca dört senaryo geçerliliğini koruyor. Temel senaryoya göre, AB liderleri 2005'in ikinci yarısından sonra müzakerelere başlanmasına ve fakat bunun için "şu şartların" yerine getirilmesine karar vereceklerdir. Şartlar, tarafları tatmin eden ve "sert" olmayan konuları içerecektir. Uzun sürecek müzakereler başladıktan sonra tam üyeliğe giden yolda, Türkiye'nin AB'ye uyumu için yapılması gerekenlerin tek tek sonuca bağlanacağı taraflarca açıkça belirtilecektir. İkinci senaryo, iyimser senaryodur. Liderlerin, Türkiye'yi AB ye tam üye yapma arzusunu yansıtır biçimde kayıtsız ve şartsız müzakerelere başlanacağı kararını almalarıdır. Kötümser senaryo ise, Kıbrıs dahil belirlenen bazı "güç" şartların yerine getirilmesinden sonra, müzakere tarihi konusunun gündeme getirilmesini içerir. Açıkça ret olmasa bile ona yakın olasılıkları kapsar.
Dördüncü senaryo önemli Bu üç senaryodan birinin gerçekleşmesine karşı Türkiye'nin vereceği yanıtlar ve göstereceği tepkiler dördüncü senaryoyu oluşturacaktır. Bizim piyasaları ve ekonomiyi yakından ilgilendiren de bu dördüncü senaryodur. Geçirdiğimiz deneyimlerden, acı da olsa öğrendik ki bu senaryolardan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin bu işin sonu değildir. AB ile müzakerelere hemen başlasak bile yapılacak çok iş, çözülecek çok sorun vardır. Tarih aldık diye hemen iyimserliğe kapılıp coşmamızın gerçekçi olmayacağını biliyoruz. Benzer şekilde, kötümser senaryo olasılığı karşısında da bekleyişlerimizi değiştirip, "panik" havasına girmemizin bize bir yarar getirmeyeceğini de anladık. Piyasalar, tehlikeyi ya da olumsuz şartların ortaya çıkacağını önceden sezdikleri taktirde, davranışları daha akılcı oluyor . Önlemlerini alıyorlar, krizi sezdiklerinde bunu önlemek için çaba sarfediyorlar. Onlara ters gelen beklenmedik gelişmeler ve olaylar. Hele bunlar "iyi zamanlarda" ortaya çıkarsa zor günler yaşanıyor. AB ile ilgili olarak, son dönemlerde belirsizlik artsa da piyasa oyuncularının, bütün olasılıkları bildiklerine ve yorumladıklarına eminim. Bu nedenle, verilecek kararı sakin, aşırı iyimserliğe ya da kötümserliğe kapılmadan karşılayacaklarını sanıyorum. Böyle de olması lazım.
|