| |
|
|
Taslaklar arasında kalmışlık sendromu..
Şu anda, AB yolundaki serüvenimizin dönüm noktasını oluşturacak 17 Aralık Zirvesi'ne kilitlenmiş durumda Türk siyaseti. Farkında değil misiniz? Basına yansıyan "Karar Taslakları üzerinde ne kadar farklı görüşler ve tepkiler seslendiriliyor. Oysa burası tek bir ülke. Duyulanlar, sadece Türkiye içindeki farklı görüşler. 17 Aralık Zirvesi'ne uzanan dönemde ise, 25 ülkenin görüşleri tek bir metin içinde birleştirilmeye çalışılmakta. Siyasetin ve diplomasinin en fazla ustalık gerektiren çabalarından birine tanık olmaktayız. Bugüne kadar dört tane taslak hakkında bilgi sahibi olduk. Bunların hepsi de birbirinden farklıydı. Herhalde önümüzdeki hafta, hiç olmazsa 67 taslak daha oluşturulacak. Sadece Fransız Cumhurbaşkanı Chirac'ın, kendi kamuoyu, ülkesinin siyasi dengeleri ve Türkiye'ye verdiği söz arasında yaşadığı açmazları düşünün, yeter. Yani özellikle biz gazete yorumcuları olarak, çok özenli davranmamız gereken bir dönemdeyiz. Tek bir ülkede, yani Türkiye'de birbirlerine yüzde yüz zıt ne kadar farklı görüşün, çıkarların bulunduğunu ve bu farklılıkların nasıl en açık üsluplarla açıklandığını görüyor, okuyor, duyuyoruz. Bu sırada birbirlerini hainlikle, vatanı bölmek istemekle, ajanlıkla suçlayanlar bile var. Türkiye gibi nüfusu büyük, sosyoekonomik sorunları çözüm bekleyen ve kendi içinde kültürler çatışması yaşayan bir ülke Avrupa Birliği üyeliğinin eşiğine geldiği zaman, Avrupa'nın tek sesle "Buyurun, hoş geldiniz" demesini beklemek hangi akla sığar? Şaka değil. 70 milyonu aşkın bir Müslüman nüfusun, içindeki bütün çelişkiler ve sorunlarla, Avrupa Birliği'ne katılması söz konusu. Bakalım kendimize. Türban sorununu mu, SünniAlevi uzlaşmasını mı, laisizmle laiklik arasındaki uyumu mu bir çözüme oturttuk? Son Leyla Zana ilanına gösterilen tepkileri düşünün. Bunca deneyden sonra bu ilanı, "Bir siyasi görüş beyanı" biçiminde karşılayabiliyor muyuz? Bu tür siyasi görüş açıklamalarının, eline Kaleşnikof almış teröristlerin dağa çıkmaları ile de yapıldığını, ne çabuk unuttuk. Bütün bu gerçeklerin ışığında, gerek Türk siyasetçilerin ve diplomatların, gerekse 17 Aralık Zirvesi'nin karar metnine dayanacak Avrupalı siyasetçi ve diplomatların işlerini, fazla zorlaştırmamalıyız. Örneğin Deniz Baykal konuşurken, hiç olmazsa Chirac kadar usta ve özenli davranabilmeli. 17 Aralık'tan sonra üyelik için müzakereler başlarsa, Türkiye'nin kendi içine dönük kısır kavgalarla ziyan ettiği "Kayıp Yıllar" geride kalacaktır. Yenilenmek, değişmek, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi olgular, Türkiye için uluslarüstü bir zorunluluk haline gelecektir. "Şeriat Tehlikesi" ve "Darbe Tehlikesi" benzeri fobiler tarihe kavuşacaktır. Elinizi vicdanınıza koyup, aklınızı ve mantığınızı çalıştırın. Bu hedefler, biraz daha özenli davranmaya değmez mi?
|