Geriye devşirilmişlik hali
AB ile ilişkileri aşağılık duygusu içinde yürütmekten yakınmak ile karşıtlığı birbirine karıştırmakta inat edenlere meram anlatmak çok zor. Özellikle de, 18 Aralık günü AB'nin ekşi yüzünü millete sevimli göstermenin yollarını şimdiden aramaya koyulan TC pasaportlu yarı resmi Brüksel misyonerlerine siz ne söylerseniz söyleyin hükmünüz bellidir: Vay AB karşıtı vay! Hayır, değil! Türkiye'yi AB üyeliğine bugün kabul etse takla atmaya hazırız. Olmaz, hiç almayacak bile olsa biz o kapıda sürünmeliyiz. Yerli misyonerle tartışmamızın özü bu. Ankara'nın sadece AB ile ilişkilerde değil, herhangi bir dış ve iç meselede ' Asla B planım olamaz' saplantısı içinde hareket etmesi diplomatik intihardır ki böyle bir manzara üç günlük kabile devletlerinde bile zor görülür. Bir hedefe yürürken ' başka bir yol tasavvur bile edemem' derseniz bindiğiniz dalı kesersiniz. Ya hedefe ulaşmanızı büsbütün zorlaştırır ve hatta imkansızlaştırır veya haysiyetli bir pazarlıkla ödeyeceğiniz bedelden çok daha fazlasını gerektirir. AB ilişkilerinde eğer bir B planımız olduğunu hissettirebilseydik tam üyeliğe şimdikinden çok daha yakın olacağımızdan hiç şüphem yok.. ' Türkler ne istersek hediye etmeye hazır' izlenimi vererek gerçekte bizim üyeliğimizde yarar gören AB çevrelerini de olabildiğince kaprisli hale getirdik.. Zaten karşı olanları ve Avrupa kamuoyunu ise büsbütün ayağa kaldırdık: Türkler işi gücü bırakıp, hem de İslamcıları ile birlikte cümbür cemaat Brüksel'e koştuğuna göre durum çok tehlikeli. Oradaki karşıtların hepsi hissi değil.. Fransa'nın yükselen lideri Sarkozy gibi ' bilinçli' olanları da var: Bizim vizyonumuz AngloSakson vizyonu değil, Fransız vizyonudur. Anglo Sakson vizyonu (Amerika) İngiltere'yi sokarak AB'yi sulandırmışken bir de Türkiye'yi alamayız! Adam Fransız olarak haksız mı?. Büyük bir milletin çocuğu olarak, AB'yi, ABD karşısında küresel bir seçenek görmeyi tahayyül ediyor ve Türkiye'nin üyeliğe kabul edilmesini bu vizyonun bozulması ile eşanlamlı buluyor.. Bu şartlar altında 17 Aralık'ın ' havet' olacağı kesin.. Ne ilişkileri dondurmamıza yol açacak kadar bizi rencide edecekler, ne de yolu yürünebilir derecede açacaklar. O zaman da, daha önce defalarca olduğu gibi, çok önemli milli meselelerde kendi elimizi bağlayan tavizler vermeyi sürdüreceğiz, kendi kalemize yeni goller atacağız. Helsinki'de adaylığımızın ilan edilmesi karşısında Kıbrıs Rum devletinin AB üyesi olmasına yönelik yasal engellememizi kaldırdığımız gibi.. 18 Aralık günü bu ekşi yüze karşılık yarı resmi misyonerlerimizin görevi, toplumun tepkisini zayıflatmak, siyasi sorumluları daha kötü senaryolarla korkutarak mevcudu içlerine sindirmelerini kolaylaştırmaktır. Esasen, Batı Türkiye'nin aleyhine her ne yaparsa yapsın yarı resmi misyonerlerimiz kendilerini yine de topluma ' manda duygusu' aşılama memuru gibi hissetmektedirler. Bu böyle de, asıl anlaşılması zor kesim, hayatta sadece iki zıtlığın; ' mutlak teslimiyetçi' veya ' mutlak karşıt' olma hallerinin varlığına, bir üçüncü ihtimalin bulunmadığına şartlanan ' geriye devşirilmiş' kadrolardır.. Geriye devşirilmiş kişi nasıl bir yaratıktır? Kendisini ' vaktiyle Hıristiyan iken devşirilmiş çocukların kalıntısı gibi' veya başka bir destanın ve tarihin uzantısı gibi hissederek bilinçaltından aslına dönüş dürtüsüne mahkum kişi geriye devşirilmiş demektir. Bu adam için mesela Avrupa'daki haçlı duyarlılığının makul sebepleri vardır.. Öyle ya biz Viyana kapılarına dayanmış barbarların torunları değil miyiz? Peki aynı adam haçlı duyarlılığına gösterdiği anlayışı mesela hilalciye sergiler mi? Hayır, çünkü kendisi bu duyarlılıkları yaşamamış, aile ocağından hissederek büyümemiş, adeta bir yabancı gözlemci gibi izleyerek gelmiştir. Geriye devşirilmiş adam çoğunluğundan itibaren, ailede en küçük bir İslami duyarlılık görmediği için toplumu ile güçlü bir mensubiyet bağı kuramaz.. Aldığı eğitim sayesinde bir haçlıya daha sıcak, bir hilalciye daha uzaktır.. Geriye devşirilmiş adam ayrıca kendisini Türklerin tarihi içinde belli bir derinliğin uzantısı gibi de hissedemez. Böyle olduğu için toplumuyla sağlıklı bir özdeşleşme yaşayamaz. Peki bu kadrolar böylesine etkin iken 'ulus devlet' olur muydu? Olmazdı ve olmadı.. Küresel çetenin iki bin devletli bir dünya için düğmeye bastığı çağımızda, Atatürk'ün ölümü ile yarım kalmış ' ulus devlet' tasarısını ikmal etmek, her alanda etkin ' geriye devşirilmişlik bilinci' varken söz konusu olamaz..
|