| |
|
|
Cemil Çiçek, harika bir benzetme yapmış..
Adalet Bakanı Cemil Çiçek, İngiltere'nin Ankara Büyükelçiliği'nde verilen resepsiyonda gazetecilerle sohbet ederken, AB zirvesine kadar olan bu 15 günde Kopenhag kriterlerinin içinde olmayan koşulların Türkiye'nin önüne çıkarılmaması gerektiğini söylemiş. Çiçek şöyle demiş: - AB, bir matruşka olayı değildir. Türkiye için kutu içinden kutu çıkarılmamalı. Türkiye için ne çıktıysa 6 Ekim'de çıkmıştır ve masanın üzerinde bir şey kalmamıştır. Bu "Matruşka " benzetmesi hoşuma gitti açıkçası. Doğru bir benzetme. Ayrıca sade Avrupa Birliği değil, tüm kurumlar ve devletler ve ayrıca toplumlar da birer matruşka gibi değil mi? Moskova'da Arbat Sokağı işportacılarından aldığım bir matruşkayı hatırlıyorum. Bu şişman tahta bebeğin yüzü Yeltsin'di. Onun içinden çıkan daha küçük bebeğin yüzü Gorbaçev'di. Onun içinden Brejnev, ondan Kruşçef, ondan da Stalin çıkıyordu. Herhalde bu matruşkanın yeni yapım olanlarında, en dıştaki bebeğin yüzü Putin'dir. Hatırlarsınız. " Susurluk" hakkında Metin Kaplan tarafından yazılan kitabın adı da "Matruşka"ydı (Timaş Yayınları). Orada, PKK ile mücadelenin, kumar mafyasının, Çeçenistan'a uzanan bir çemberin, dövizin, borsanın ve akla gelecek her kurum ve faaliyetin iç içe geçtiği bir matruşkaik ilişkiler çemberi ele alınıyordu. Aslında bizim anayasal yapımız da bir matruşka değil midir? Dışta yazılı Anayasa, altında "Milli Güvenlik Belgesi ", onun altında bilemediğimiz metinler yok mudur? Örneğin Dersim isyanından sonra 1937'de, TBMM'de 2425 sayılı yasa kabul edilmiştir. O yasanın yayınlandığı Resmi Gazete tek nüsha olarak basılmıştır. Ve bu Resmi Gazete, sonra isteyen milletvekillerine gösterilmemiştir. Bir başka matruşkamız da "Misak-ı Milli " değil midir mesela? Bugün AB ile müzakereye başlanması için gereken uyum şartlarından bazıları, "Misak-ı Milli çiğneniyor " gerekçesi ile bir kesim tarafından kınanmıyor mu? Biliyoruz ki Misakı Milli, Erzurum ve Sivas Kongresi kararlarının Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nce 28 Ocak 1920'de kabul edilmiş şeklidir.. Misakı Milli ile Türk Milleti'nin kabul edebileceği asgari haklar belgelenmiş ve Kurtuluş Savaşımızın temel hedefleri oluşmuştur. Ama savaşın sonunda barışı getiren Lozan Antlaşması'nda, örneğin Musul gibi, Misak-ı Milli içinde kalan yerlerin Türk olması kabul ettirilememiştir. 1985'te İş Bankası tarafından yayınlanan TBMM'nin 1922-23 yılı "Gizli Celse Zabıtları"nı okursanız, bugün AB ile uyum çabasına karşı gösterilen tepkilerin benzerlerinin, o dönemde de Lozan Barışı nedeniyle Mustafa Kemal'e gösterildiğini görürsünüz. Sadece bir örnek vereyim zabıtlardan: 27 Şubat 1923'teki oturumda Mustafa Kemal Paşa, Lozan'ı ve Musul meselesini anlatırken, kendisinden önceki konuşmacı İzmit Mebusu Sırrı Bey'i eleştirip, kendilerini Heyeti Vekile olarak Misak-ı Milli'yi feda etmekle suçlayanlara cevap veriyor. Sırrı Bey'in Misak-ı Milli'yi anlamadığını söylüyor. Sırrı Bey oturduğu yerden, "Paşa Hazretleri.. Anlamadığımı söylediğiniz Misak-ı Milli'nin bendeniz mingayri haddin muharrirlerindenim" diye cevap veriyor. Mustafa Kemal Paşa da bunun üzerine, Misak-ı Milli için şöyle diyor: Keşke yazmaya idiniz. Başımıza çok bela koydunuz. Yani bugün katiyeti ihlal eder sözlerden başka şey yapmadınız (Gizli Celse Zabıtları, Cilt 3, sayfa 1319, İş Bankası Yayınları). Yani AB'nin de, bizim de sayısız matruşkalarımız var. "Biz Avrupalıyız " matruşkasının içinden, "Patrikhane'den korkmak ", onun içinden de "Heybeliada Ruhban Okulu'nu açmamak" çıkar. Bazılarımız dıştan İstanbul'u sever ama, içinden İstanbul'un tarihini sevmez. Özetle Cemil Çiçek, matruşka benzetmesini pek iyi yapmış.
|