|
 |
 |
 |
|
|
Rehavet
Amerikan seçimlerinin ardından yapılan yorumlarda genellikle Türkiye- ABD ilişkilerinin fazla etkilenmeyeceği sonucuna varıldı. Ankara'daki yetkililerin de Bush'un seçilmesinden çeşitli nedenlerle memnun oldukları anlaşılıyor. Bu dönemde Türkiye'nin yapacağı en hayati yanlışlardan biri, bu fikri mutabakatın yarattığı siyasi rehavete kendini teslim etmektir. ABD ile Türkiye arasında çözülmemiş sorunlar var. Bu sorunlara tarafların yaklaşımları da farklı. İşin esası 1 Mart tezkeresinin ardından iki tarafın ilişkilerini tanımlayacak ortak çıkar çerçevesi çizilemedi. 1990'lı yıllarda kendilerini stratejik ortak olarak niteleyebilen iki müttefikin aralarındaki ilişki bugün aynı tanımlamaya sahip değil. Çıkarlarının çatıştığı pek çok konu aralarında duruyor. ABD ile Türkiye arasında bir ortak çıkar alanı tanımlaması yalnızca PKK ile mücadele veya Kerkük'ün geleceğiyle de sınırlı sayılmaz. Bunun ötesine gidebilecek meseleler var. Listenin başlarında Irak'ın istikrara kavuşmasında ve genelde Büyük Ortadoğu Projesi'nde Türkiye'nin oynayabileceği rol, Filistin sorununun çözümü, İran'ın nükleer silah programına yönelik önlemler geliyor. 2010'lu yıllar ve ötesine sarkacak stratejik hesaplarını da yapmaya başlayan ABD'nin Yeni Küresel Kuvvet Konumlandırması (YKKK) projesi çerçevesinde İncirlik Üssü'nden daha rahatça yararlanmak istediği de biliniyor.
Gerginlik Türkiye'ye yarar Haziran ayında Hürriyet Ankara Temsilcisi Sedat Ergin'le konuşan ABD Dışişleri Bakan yardımcısı Lincoln Bloomfield, YKKK ile ilgili olarak "bugünün güncel olaylarıyla ilgili bir proje değil. Bu çalışmada güvenlik yapılanmamızın ve ittifakımızın önümüzdeki 50, 100 yıl içinde alacağı şekli çizmeye çalışıyoruz" demişti. Bu durumda Türkiye'nin Orgeneral İlker Başbuğ'un ağzından "Savunma Ekonomik İşbirliği Anlaşması kapsamında İncirlik'in şu andaki durumunu yeterli görüyoruz" tavrını koymuş olması, bu konudaki taleplerin kesileceği anlamına gelmiyor. Tersine önümüzdeki dönemde Türkiye'nin askeri gücüne yönelik talebin artması daha güçlü ihtimaldir. Türkiye ile ABD arasındaki sorunların halli, Atlantik ilişkileri düzene girdiği ölçüde daha kolaylaşırdı. ABD'nin dış politikasında müttefiklerinin düşünce ve yaklaşımlarını dikkate aldığı bir ortamda Türkiye de kendi pozisyonlarını tanımlarken rahatlardı. Ancak Brüksel'deki AB zirvesinde Almanya ve İspanya başbakanları ile ayrıca toplanan Fransa Cumhurbaşkanı Chirac, çok kutuplu bir dünyada yaşadığımızı vurguladı. Bush'un da kendi programını katıksız uygulamak için seçmenden yetki aldığına inanması Atlas Okyanusu'nun iki yakasının siyasi yakınlaşmasının hayli zorlu bir süreç gerektireceğini gösteriyor. Bu gerginliğin devam etmesi bir yanıyla Türkiye'nin AB üyelik sürecini kolaylaştıran bir etki yapar. ABD ile stratejik rekabete girmek isteyecek bir AB'nin bunu Türkiye olmadan gerçekleştirmesi mümkün değil. Ancak o zaman da Türkiye'nin ABD ile ilişkileri daha nazik bir konuma gelebilir. Ankara, AB ile yakınlaştığı ölçüde ABD'nin taleplerine cevap vermekte güçlük çekecek olursa bunun Washington'da rahatsızlık yaratması mümkündür. Bu türden açmazlarla karşılaşmak istemeyen Türkiye'nin çıkarı, Atlantik ilişkilerinin onarılmasındadır. Bu sürece aktif olarak katkıda bulunmak da gerekecektir. Türkiye'nin başta Irak, bölgeye yönelik inisiyatifleri bu nedenle değer taşıyor. Dışişleri Bakanı Gül de bu bağlamda Lizbon'a giderken, Komşular Zirvesi'nin artık G-8 katılımıyla gerçekleşecek olduğunu vurguladı. Önümüzdeki yıl Türkiye'nin dış ilişkilerini çok kapsamlı şekilde yeniden düşünmesini gerektiren bir dönem olarak görülmelidir.
|
|
 |
|
|
|
|
|
 |
|