Merkez Bankası Başkanı Süreyya Serdengeçti'nin "Bu konjonktürde kısa vadeli faizleri düşürerek reel faizleri düşürmek mümkün değildir" sözünden yola çıkarak, yüksek faizin nedenlerini ve konjonktürü irdelemeye devam ediyorum. Yandaki tablo dünkünün devamı niteliğinde. Enflasyondan arındırılmış faiz ile dolar bazında faiz dün de vardı. Bugün arındırmada kullandığımız ortalama yıllık enflasyon ile reel faizin enflasyona oranını ekledik. Bir de dolar bazında üç dönemde ödenen yüksek getirilerin giderek artması dikkat çekici. İlk gariplik Bu son cümleden devam edersek, toblonun son sütununda görüldüğü gibi, Ağustos 1989 tarihinde sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasının ardından Türkiye arka arkaya dört yıl dolar bazında yüksek faizler vermiş. Dört yılın ortalaması yüzde 17.5 düzeyinde. İkinci yüksek faiz dönemi 1994 krizi sonrasında 95-99 arasındaki 5 yılı kapsıyor. Bu yılların ortalaması yüzde 27.4. Yani artarak giden bir faiz söz konusu. Faizde son yüksek dönem 2001 krizinin ardından 2002-2004 arasındaki üç yılı kapsıyor. Bu yılların ortalaması da yüzde 36.4 ile en yüksek seviyeye çıkmış. Bu üç dönemin ilk ikisinde enflasyon yüksek ve iç borçların oranı da yükseliyor. Ekonomik istikrarsızlık yanında koalisyon hükümetlerinin varlığıyla siyasi istikrarsızlık da söz konusu. Son dönemde ise siyasi istikrar da var, enflasyon da düşürüldü, ekonomik istikrar da sağlanmaya başlandı. Sadece ilk dönemde Türkiye'nin ratingi yatırım yapılabilir kategorideydi, sonrasında düştü. Son dönemde AB gibi bir büyük beklenti gündeme geldi. Ama Hazine'nin iç borçlanmada dolar bazında verdiği faiz arttı. Burada bir gariplik var. İkinci gariplik İç borçlanmada TL üzerinden verilen reel faizlerin yüksekliğini bir başka gösterge daha ortaya koyuyor. Yıllık reel faizlerin yıllık ortalama tüketici enflasyonuna oranı. Yani enflasyon arındırması yapıldıktan sonra kalan faizin aynı yıldaki enflasyonun ne kadarına geldiği. Bazı yıllar negatif faiz olduğu için hesaplama dışında tutuldu. Ama burada giderek artan bir oran var. 2000 yılına kadarki dönemde reel faizler enflasyonun yüzde 22.1 düzeyindeydi. Yani o yıllarda yüksek faiz olmasına karşılık yüksek enflasyon vardı. 2001 krizi ile son dört yılda bu oran yüzde 63.8'e çıktı, reel faizler enflasyonun yarısını geçti. Hatta 2004'te ilk kez enflasyonu geride bırakarak, yüzde 13 olarak aldığımız yıllık ortalama TÜFE'nin yüzde 115'i düzeyinde gerçekleşecek. Faizde bir başka gariplik de burada. Üçüncü gariplik Faizde garipliğin son örneğini ise Hazine'nin Eurobond olarak yurtdışına satılmak üzere çıkardığı borçlanma senetleri ile iç piyasa için çıkardığı senetler arasındaki fark oluşturuyor. Dış piyasalara satılan Eurobondların yıllık faizi yüzde 8 civarında. Üstelik bu kağıtların süresi iç borçlanma senetlerine göre çok daha uzun. Örneğin 2000 yılı başında ihraç edilen 30 yıllık Eurobond var. İtfası 2030'da ve bu kağıdın faizi 2000'den bu yana düşüyor. Yüzde 11.7 olan yıllık faizi yüzde 8.2'ye düşmüş. Ama içeride TL cinsinden ihraç edilenlerin nominal faizi yüzde 22-23. Yine finansal kesim üzerinde yapılan Beklenti Anketi'ne göre gelecek bir yılda beklenen enflasyon yüzde 9 ve buna göre reel faiz yüzde 12-13. Kağıt aynı kurumun. Birinin süresi 1.5 yıl ve beklenen reel faiz daha yüksek. Diğerinin süresi çok daha uzun ve faizi 5 puan daha az. En önemli gariplik de burada. Fark nereden? Arada sadece bir fark var. Birinin TL kağıdı, değerinin dolar kağıdı olmasında, yani uzun vadeli ve düşük faizli olanın kur riski içermemesinde. Bir kur riskinin bedeli 5 puanlık faiz artı 28.5 yıl. 2001 yılından sonra Türkiye'nin makro ekonomik göstergelerinde iyileşmeye, siyasi istikrarın yakalanmasına, AB gibi çok önemli bir beklenti yaratılmasına, iç borçta iyileşme olmasına rağmen bu dönemde dalgalı kura geçilmesi ve yüksek cari açık verilmesi yüksek reel faizin en önemli nedeni olabilir. Bu da bir konjonktür ve bunun diğer parçaları yine bir sonraki yazıya kaldı. Sonuç "Zamanın açığa vurmadığı sır yoktur" Racine