 |  |
  |
|
Chirac'ın hesabı
"Politikacılar ikiyüzlülükten vazgeçerlerse, Fransız halkı kolayca sağduyuya yönelir..." Sosyalist Lionel Jospin hükümetinde Milli Eğitim Bakanı olan Luc Ferry, "Le Monde" gazetesindeki yazısında, Fransa'daki Türkiye tartışmalarına bu teşhisi koyuyor. Doğru. Türkiye'yi öncelikle Fransız politikacıların pençesinden almak gerekiyor. Çünkü siyasilerin kışkırttığı bir ortamda yapılan kamuoyu araştırmaları sağlıklı olur mu? Nitekim Schröder de İtalyan "Corriere della Sera" gazetesine verdiği demeçte bu konuya değindi, "Avrupalılar'ın çoğunluğunun Türkiye'ye karşı olduğunu hesaba katmak gerekmiyor mu" sorusuna şu yanıtı verdi: "Bendeki rakamlar farklı. Almanlar'ın yarısı taraftar, yarısı karşı..." Oysa Alman muhalefetine bakılırsa, halkın üçte ikisi Türkiye karşıtı... Gözlemciler Chirac'ın halkı siyasilerin baskısından kurtarmak için strateji değiştirdiği görüşünde. Türkiye konusunda gömüldüğü sessizliğin nedeni bu. Hatta bu stratejinin ilk meyvesini verdiği, AB'nin Türkiye'yi üyeliğe hazırlama yardımından Fransa'nın payıya düşen 47 milyon Euro ödeneğin, Bütçe Komisyonu'ndan sessiz sedasız geçtiği belirtiliyor. Bu yoruma ihtiyatla yaklaşmakla birlikte biz de Chirac'ın daha uzun süre "renk" vermeyeceğini düşünüyoruz. Ne 29 Ekim'de Roma'da AB Anayasası'nın - Erdoğan'ın da katılacağı- imza töreninde kartlarını açacak, ne 25 AB liderinin birbirlerini yoklayacakları 4-5 Kasım'daki Brüksel randevusunda. 16-17 Aralık'taki Brüksel zirvesinden önce de iki adım atacak: Fransa'da AB Anayasası'nın referandum tarihini ilkbahara çekecek, Fransız Anayasası'na AB'nin genişlemesinde son sözün halka bırakılması maddesi koyduracak. Oldu olacak, Brüksel zirvesiyle ilgili tahminimizi de aktaralım. Cebinde iç kamuoyunu rahatlatmaya yönelik bu çifte düzenlemeyle masaya oturacak Chirac'ın önerisiyle şöyle bir karar çıkacak: "Türkiye kriterleri yerine getirdi. Görüşmeler bu yıl açılacak. Ancak reformların uygulamasını bir süre daha gözlemek, bir yandan da AB'nin hazırlıklarını tamamlamasına imkan vermek için konunun 2005 Haziran'ındaki AB Konseyi'ne bırakılmasını ve yılın ikinci yarısında başlayacak görüşmelerin tarihinin o zirvede belirlenmesini uygun gördük." Böylece hem Türkiye'ye 2005'te müzakereleri başlatma güvencesi verilmiş olacak, hem de Chirac'ın referandumu atlatması sağlanacak. Dileriz yanılırız. Dileriz düğüm aralıkta çözülür ve müzakereler ilk yarıda başlar... Ama ne olursa olsun, dün Berlin'deki üçlü zirve bile, diplomat ifadesiyle, "Üyelik perspektifinin onayı" anlamı taşıyor. Şimdilik terslik yok. Ya da "Berlin'de hakimler var."
|