Sağ'dan gitmeli!
Avrupa Parlamentosu'nun yeni Türkiye Raportörü Camiel Eurlings, Türk basınında bir süredir "yakışıklı raportör" olarak anılıyor. 31 yaşındaki Eurlings, Avrupa sağının parlayan yıldızlarından. Hollandalı ve Hristiyan Demokrat. Bu yüzden de önümüzdeki haftalarda yazacağı Türkiye raporu, raportörün fiziki özelliklerinden, boyundan posundan daha önemli. Avrupalı parlamenter, bu hafta Türkiye'yi dolaşıyor. Geçen akşam Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) düzenlediği bir çalışma yemeğinde, izlenimleri konusunda oldukça net konuştu. Eurlings, her Avrupalı siyasetçi gibi önce protokol icabı Türkiye'deki reformları övdü. Ama sohbet ilerledikçe, genç politikacının başta "uygulama" olmak üzere, işkence ve gayri-Müslüm azınlıkların hakları konusunda yeterince tereddüt sahibi olduğunu görmek mümkündü. Eurlings'in işkence konusundaki sözleri son derece netti: "Türkiye'de sistematik işkence olmayabilir. Buna karşın insan hakları raporlarına göre son 6 ayda 600 işkence vakası olmuş. Bu rakam çok yüksek. Sistematik olmasa da Türkiye'de ayda 100 işkence vakasını Avrupa'da sokaktaki adama anlatamazsınız." Sahi, Türkiye'de ayda 100 işkence vakası varsa, buna ne Avrupa ne Türk kamuoyu tolerans gösterir. Müzakere başladıktan kısa süre sonra Türkiye işkencede 'sıfır' noktasına gelebilmeli. Herkesin umudu bu. Genel itibariyle sokaktaki (ve Brüksel'deki) Avrupalı, müzakerelerin başlamasına "evet", üyeliğe "hayır" eğiliminde. En azından şimdilik. "müzakereler" ve "üyelik" arasındaki bağlantı henüz kabul görmüş değil. Bu bizim için dünyanın sonu sayılmaz. İlerleme Raporu'nun yarattığı iyimserlikle ayrıntılara fazla takılmadan 17 Aralık'a kadar bastırmak gerekiyor. Uzun ince bir yol dedikleri de bu. Ama kimi ikna etmek lazım? Sık sık gazetelerimizde 1968'lerin öğrenci lideri "Kızıl Danny" Daniel Cohn-Bendit ya da Javier Solona gibi Avrupa solcuları ve entelektüellerin Türkiye lehine ettiği sözleri okuyup, seviniyoruz. Oysa gelinen noktada Türkiye'nin önündeki en önemli engel, Avrupa entelektüelleri ya da sol değil, Avrupa sağı! Asıl meselemiz Chirac, Raffarin, Merkel, Giscard D'Estaing ve onların kültürel yoldaşlarıyla! Avrupa muhafazakarlarını ikna etmek, üç beş akademisyeni toplayıp konferans vermek ya da gezi düzenlemekten çok daha kritik. Türkiye'nin bu yüzden yeni bir "sağ strateji"sine ihtiyacı var. Bu açıdan maalesef Avrupa'daki Türklerin durumu da sağ partilerin desteğini alma yolunda faydalı değil. Örneğin Almanya'daki 3 milyon Türkiye kökenlinin yalnız 750 bine yakını vatandaş; bunlar neredeyse tamamen sol oy kullanıyor (Sosyal Demokrat ve Yeşiller'e.). Türkiyeli seçmenin yalnız %15'i Hıristiyan Demokratlar'a oy veriyor. Yani Türkiye'yi savunmanın bir siyasi getirisi yok. Tüm bu sebeplerden dolayı AK Parti'nin Avrupa'daki Hıristiyan Demokrat partilerden oluşan Avrupa Halkın Partisi Grubu'na (EPP) girmesi, çok önemli. Avrupa'da gerçek anlamda kabul görmek istiyorsak, önümüzdeki aylar ve yıllarda Türkiye'nin nüfuz etmesi gereken yegane ideolojik yapı, Avrupa muhafazakarlığı. AK Parti'nin bu klübe girmesi yolunda ilk teklif, dönemin Yunan muhalefet lideri Karamanlis'den gelmişti. Öyle görünüyor ki AKP, önümüzdeki ayki EPP zirvesinde resme üyeliğe alınacak. AK Parti aile değerleri, ulusal güvenlik ve ekonomik liberalizm konusunda Avrupalı muhafazakarlarla bolca ortak nokta bulabilir. Dostluklar edinebilir; zamanla İslam konusunda bu bloğu yumuşatıp kendini anlatabilir. Bu kısa zamanda Brüksel'e yansıyacaktır. Umarız ki bu süreç aynı zamanda AK Parti içindeki liberal ekibin de elini güçlendirerek, "Müslüman Demokrat" kimliğini perçinler.
|