Toprağın acısı
Dünyanın "yaşanabilir" bir yer olması için çeşitli siyasi ve stratejik tartışmalar yapıyoruz; bunlar dün de yapıldı, bugün de yapılıyor, yarın da yapılacak. Fakat giderek karmaşıklaşan ve felsefi boyuta taşınan sorunlara karşı siyasi ve stratejik düzeydeki tartışmaların içinde kalmak yeterli olmuyor. Giderek yetersizleşen bu durum karşısında daha derine bakmak gerekiyor. Burada da önümüze "Batı" ve "Doğu" kavramları çıkıyor. Batı ve Doğu kavramları yerli yerine oturtulmadan siyasi ya da stratejik tartışmalar düzeyinde kalmak tek başına asla yeterli değil. Üstelik Batı'nın Batılıların kafasında doğru bir yere oturması, Doğu'nun Doğuluların kafasında doğru konumlanması da yetmez; her iki kavramın da hem Batılıların hem de Doğuluların zihnine tam bir netlikle yerleşmesi gerekiyor. "Siyasi oryantalizm"in ya da "siyasi oksidentalizm"in gölgesinde kalmış zihinsel araçlar, gerçek olmayan haklılık yolları açsa da, dünya üzerindeki sorunlara çözüm olmuyor. Doğu'ya ruh veren değerleri temsil eden çok önemli bir kültür dünyası ramazan ayına girdi. Bu ay, arınmayı, barışı, tüm insanlık üzerine daha derin düşünmeyi, çıkarlara karşı değerlerin gücünü ve güç yerine haklılığın büyüklüğünü temsil ediyor. Yüzyıllar boyunca bu ay, insanlığın medeniyet bilinci üzerine çok daha yüksek açılımlar yapmak için yeni düşünsel seferberliklerin yaratılmasını temsil etmiş. Ramazanın gelişi, insanlık adına ortak sorumluluğun oluşturulmasını sağlayan bir bilincin yoğunlaşması olarak anlaşılagelmiş. Fakat bu ayın şemsiyesi altındaki İslam dünyası, parlak bir siyasi ve kültürel değerler atmosferinin değil, geri kalmış değerlerin gölgesi altında bugün. Bir zamanlar barışı, kültürü, sanatı ve tüm insanlığın birikimlerini temsil eden kimi şehirler, bugün, insanoğlunun karanlık geçmişinde kaldığı sanılan vahşi eylemlerin din adına yeniden doğuşuna sahne oluyor. Dün tüm insanlık adına daha iyiyi gerçekleştirmenin referansı olan değerler, bugün iğrenç kafa kesme eylemlerinin ve utanç verici istismarların zemini olarak kullanılıyor. "Doğu'nun kalbi"ndeki bu manzara, o topraklara sinmiş medeniyet gücünün üzerine yerleşmiş vahşetin, büyük bir medeniyetin çocuklarını nasıl esir aldığını gösteriyor. Ne zaman oralarda aç kalmış, evlerinden sürülmüş insanlar, gözleri korku dolu çocuklar, süt bulamadığı için doğarken ölen bebekler ve artık hayat belirtisi kalmamış şehirler düşse ekranlara, aynı anda toprağın çektiği acı da ortaya çıkıyor. Bir zamanlar bilime ve sanata yön veren toprakların, bugün vahşetin elinde nasıl ezildiği görülüyor. İşte bu tabloya bakıldığı zaman, Doğu adına konuşanların Doğu'ya yaptığı en büyük kötülüğün ne olduğu da daha açık görülüyor: Doğu'da olup biten her kötü şeyin sebebini Batı'nın varlığına bağlamak ve evrensel değerleri Batı'da doğdukları için kötülemek. Doğu'yu rehavete sürükleyen, gözlerini bağlayan ve ilkelliği yüceltenlerin güç kazanmasına sebep olan en büyük dinamik böyle besleniyor. Batı'nın "insanlık değerleri" karşısındaki pozisyonu çok acı ve sarsıcı değerlendirmeleri gerektirir. Insanlığın bir kısmının refahı uğruna geri kalanının nasıl şartlara mahkum edildiği, üstelik bunun insanlık tarihinde ilk defa bir "sistem" olarak ortaya çıktığı açıktır. Fakat Batı'nın kötülüklerini saymak Doğu'nun iyiliklerini sıralamak anlamına gelmiyor. Batı'nın kötülükleri, insanlığın iyiliği için reddedilmesi gerekenlerin başında geliyor. Ama bu, Doğu'nun kendi dünyası içinde yaşadıkları sıkıntıların, kendiliğinden ortadan kalkmasının garantisi demek değil. "Doğu adına Doğu hakkında konuşanların", Doğu'nun yaşadığı açmazların tek sebebi olarak Batı'yı işaret etmeleri, Doğu'ya söylenmiş en büyük "siyasi ve değersel yalan"dır. Bugün Doğu'nun kendinde olan insanlık değerlerini felsefi ve siyasi açıdan nasıl yeniden dirilteceğine ve üreteceğine dair yol gösteren sözlere ihtiyaç var. Aksi halde toprağın çığlığa dönüşmüş acısı, Ramazan'da bile duyulamayacak.
|