Sallama çayı sevmiyorum
Kadın gece yarısı uyandı. Kocasını ve kızını uyandırmamak için parmaklarının ucuna basarak salona gitti. Koltuğa oturup kitabını açtı. Nasıl güzel bir hikayeydi bu böyle... Başını kaldırıp kendi kendine gülümsedi
Kadın sabah kalktı. Bir duş, ardından basit bir kahvaltı. Mümkünse tereyağ, reçel olmasın. Malum diyet meselesi. Alelacele giyinip şöyle bir sabah haberlerine göz attı. "Aman tanrım ne kadar geç kalmışım hemen dışarı fırlamalıyım." Trafik keşmekeş, hava sıcak. Kadını yolda daha da sıcak bastı. "İstanbul bu yaz hiç çekilmiyor" diye düşündü. Aynı dolmuştakiler hak verdiler. Kısa bir sohbet gerçekleşti. Kadın bütün gün koşturdu durdu. Akşam biraz geç çıkabilmek için patronundan izin aldı. "Bugün kızım annemle tatilden dönüyor, onları karşılamam lazım, mümkün mü acaba yarın da biraz geç gelsem?" Akşam 7 yaşındaki kızıyla koyun koyuna yattı. Kocası biraz bozuldu ama olsun. Bütün gün çalış, eve git yemek yap derken kadının gözleri kızından önce kapandı.
*** Adam saatine baktı. Gece dokuz olmuş. Canı eve gitmek istemedi. "Bizim oğlanlar uyusun öyle gideyim, başımı dinlerim" diye düşündü. Bürosunun penceresinden ışıklı İstanbul'a baktı. Masanın üzerinde bir sürü hesap çizelgesi, notlar, hatırlatmalar... Derin bir iç çekti. Niye ki? Çok mu yoruldu bugün, yoksa canı bir şeye mi sıkıldı? Bir iki erkek arkadaşını aradı "Bir kadeh bir şey içelim mi?" diye... Biri karısının zoruyla bir kokteyldeydi, diğeri kız arkadaşıyla yemekte. Üçüncü telefonu açmadı bile. Adam bir iç daha çekti. Televizyon kanallarına göz attı. Diziler, yarışma programları....
*** Sallama hayat bizimkisi. Hani sallama çay gibi bir şey. Sürekli yetişmeye çalışıyoruz bir şeylere. Hiç vaktimiz yok. Öylesine yok ki, her yaptığımız yarım yamalak. Yarım yamalak yaşıyoruz. Her şey hızlandırılmış. Yaşamıyor sadece nefes alıyoruz. Bazen öylesine kapatıyoruz ki kapılarımızı etrafımızda olan biteni fark etmekte zorlanıyoruz. Sallama hayat bizimkisi. Ne güzel laf değil mi? "Sallama" Ben bulmadım, uyarladım. "Sallama Klasikler" isimli bir kitaptan. Greg Nagan yazmış, Onur Duman Türkçe'ye çevirmiş. Vakti olmayanlar için 5 dakikada klasik kitaplar diye bir de alt başlık atmışlar kapağın üzerine. Hüzünlendim doğrusu. Homeros'un İlyada'sı 11 sayfa, Dante'nin İlahi Komedya'sının "Cehennem" bölümü 10 sayfaya indirilmiş. Dostoyevski'nin Suç ve Cezası sadece 17 sayfada özetlenmiş düşünsenize.... Kitabın orasını burasını çevirip baktığımı gören bir meslektaşım "Büyük Hizmet" dedi. Nasıl yani? Nerede kaldı o güzelim hikaye? Tasvirler, anlatılanların bütünlüğü? "Tamamını okumadıktan sonra özetini okumak neye yarar, sadece hikayeyi bilmekten, kahramanları tanımaktan başka?"diye sordum. Anında da pişman oldum." Tamam söyleme, duymak istemiyorum" desem de, o söyledi. Bu tür kitaplar okuyucuyu klasikleri okumaya teşvik edermiş. Bazı okuyucular kocaman ciltlerden korkarlarmış. Hem ne varmış canım bunda, İlyada'yı hiç bilmemektense biraz biliyor olmanın nesi yanlışmış? Greg Nagan da böyle düşünmüş olmalı ki önsözüne "Büyük kitaplar hakkında bilginiz olması insanları da etkilemenizi de sağlar" diye yazmış. "Belki patronunuz Rönesans edebiyatı hakkında bilginiz olduğunu düşünürse maaşınızı artırmaya daha fazla meyilli olur. Belki ödevlerinizi Homeros mitolojisine yapılan göndermelerle süslerseniz, öğretmeniniz size daha yüksek not verir. Belki bir konuşma yapmanız gerekir ve dinleyicilerinizin sizin, aslında daha akıllı olduğunuzu bildiklerinden emin olmak istersiniz. Belki de belediye meclisine adaylığınızı koymuşsunuzdur. Ya da belki İngiliz Dili Edebiyatı mezununun yerinde olmak isteyen milyonlarca yetişkinden birisinizdir. Sebebiniz ne olursa olsun, eninde sonunda birini etkilemek zorunda kalacaksınız." Kadın üç saat sonra uyandı. Kızı ile kocasını uyandırmamak için parmaklarının ucuna basarak salona süzüldü. En sevdiği koltuğa oturdu. Kitabını açtı. Bir arkadaşı Anna Karenina'yı önermişti. Nasıl güzel bir romandı bu böyle. Bir anda kendisini oralarda hissetti. Başka hayatları paylaşıyormuş gibi geldi. Şöyle bir evine baktı, gülümsedi. Adam kanallar arasında gezinirken bir filme takıldı. Yaşlı bir adam balık tutmaya çalışıyordu. Neden sonra hiçbir zaman okumaya vakit bulamadığı klasik bir hikaye olduğunu fark etti. Hemingway'in Yaşlı Adam ve Deniz'ini seyretti. Ofisten çıktığında gece yarısını geçmişti.
*** Sallama çayı sevmiyorum ben. Bazen mecbur kalıyorum ama içerken mutlaka yüzüm buruşuyor. Tat alamıyorum sanki... Her gün, her saat, her dakika hayatımı "sallama" usulünden çıkarmaya çalışıyorum. Beceriyor muyum? En azından deniyorum... Siz de deneyin.
|