|
Mediciler'in şehrinde şarap sanat ve mutfak
|
|
Karmaşık ve sürprizlerle dolu bir kent Floransa. Prens Charles'ın da geldiğinde çay içtiği Castello di Nipozzano, şarapçılığıyla ünlü Chianti Rufina bölgesinin merkezi.
Bazı şeyler, bazı yerler, bazı şehirler var. Nasıl söylemeli? Daha ayrılmak üzere adımınızı attığınızda, dönmek üzere arzu duyarsınız. Eminim herkesin kendine, mizacına has sıralaması bulunur. Örneğin benim değişmez bir birincim vardır; Floransa. Ne zaman Floransa'ya ulaşsam, kendimi ait olmak istediğim bir yerde hissederim. Öte yandan bu aidiyet duygusu karmaşık bir histir. Zaman içinde kıvrımlı mecralarda ağır oluşan bir "koza" gibi. "Karmaşık" dedik ya, sürprizlerle de doludur. "Tam bir kovuk buldum" dersiniz... Dünyanın yarısı oradadır. Alın işte size Uffizi. Arno kenarında, aylak dolaşıyoruz. Mediciler'in şehrine güneşin son ışıkları vurmuş. Nehir üzerinde kürekçiler, bembeyaz giyinmişler, aşağı yukarı gidip gelmekteler. Bu talihli mevsim; Rönesans'ın başkenti ile üçüncü defadır kavuşuyoruz. Önce başa dönelim, sonra birkaç seferi birleştirerek anlatalım.
KORİDOR FOTOĞRAFLARLA SÜSLÜ Floransa yakınlarında bir şatodayız. Burası için "şato" lafı kafi mi? Hayır. Castello di Nipozzano 1000 yıllarında inşa olunmuş, savunma için. Dört asır sonra çevredeki yerleşmenin merkezi olmuş. O gün bugün, İtalyan şarapçılığının belki de en çok bilinen Chianti Rufina bölgesinin de merkezi gibi. Şöyle gözünüzün önüne getirin. Toskana peyzajının ortasındayız; etrafımız selvilerle, zeytin ağaçları ile çevrili. Ev sahibimiz Leonardo di Frescobaldi. Önce mahzenleri dolaşıyoruz. Masanın etrafında 5-6 kişiyiz. Önümüzde Montesodi ve Mormoreto'nun 1999, 2000 ve 2001 yılları duruyor. Tadım bitiyor; bahçeye çıkılıyor. Yanımda Giuseppe Pariani, Frescobaldi'nin müdürü. Küçücük teras bahçenin üzerinde batan güneşi seyreder; aşağıda uzanıp giden peyzajı konuşurken, "Biliyor musunuz" diyor, "Bu huzura aşık olan tek siz değilsiniz. Geçen yıl Prens Charles geldiğinde, hemen buraya yerleşip çayını içti. Esas geçen bahar, burada düzenlediğimiz Luce Yemeği'nde, Robert Mondavi ve Leonardo Frescobaldi ile konukları; o gün konukların hiç birisi bu bahçeden ayrılmak istemedi." Pariani beni küçük bir taş avludan geçirerek içeri alıyor. Şamdanlar, mumlar... Girince armalar var. Hakim Uzakdoğu pürizmi insanı düşündürüyor. Birbirinden çok uzak kültür ve coğrafyalarda güç ve iktidar nasıl olup da benzer bir alfabeye başvuruyor? Şatonun yemek salonuna geçen koridor fotoğraflarla süslü. İmzalı menüler, teşekkür mektupları. Kimler mi? Kim yok ki! Prens Charles, Kraliçe Beatrix, Kennedy, sanatçılar, işadamları, politikacılar. Kimi isterseniz.
LUCE'NİN ÖYKÜSÜ Yemekte sığır yanağı ile Nipozzano'nun en iyi vintage'ları sunuluyor. Frescobaldi şatonun ziyaretçi defterini getiriyor. "Bir şeyler yazsana" diye. Ertesi gün koşuşturmalı. Önce meşhur 'Floransa Pirzolası'nın nasıl seçildiğini, kesildiğini ve hazırlandığını öğreniyoruz. Masada Carlo Bernardini, bu inanılmaz etle ilgili sorularımı yanıtlıyor. Konu sonbahardaki trüf ve şarap seferlerine geliyor. Carlo heyecanla 'Umbria ve Piedmonte Programları'nı anlatıyor. Ama durun bakalım daha Floransa bitti mi ki? Sofrada inanılmaz et, Mormoreto 2001. Arkadan Carlo'nun hazırladığı bitter çikolata ve kakaolu tatlı. Pomino Rosso 2001. Siesta time'ın habercisi gibi. İyi de Floransa'da zaman siesta ile heba edilebilir mi? Ver elini Palazzo Strozzi. Mediciler'in yaptığı şehir Boticelli ve Lippi'ye sadakatini teyit ediyor. Nihayet akşam gelip çatıyor. "Luce della Vite" daveti. Ev sahibi Frescobaldi. Bütün aile orada. Piazza della Signoria'ya nerede ise bitişik bir sokaktayız, Via della Magazzini. Frescobaldi Wine Bar'ın ekibi bu akşam için seferber olmuş. Bulunduğumuz salon 10 metreye 10 metre, kare bir mekan. Yükseklik 5-6 metre. 18. asırdan kalma bir yapıdayız. Masaya buyur ediliyoruz. İnce uzun sade bir masa. Tam karşımda orta yaşların başında, alımlı, esmer bir kadın var; Delia Viader. Bir yanında kızıl saçlı, uzunca boylu bir Amerikalı; Tim Mondavi. Diğer yanında ise Kont L. Frescobaldi oturuyor. İki aile ortak bir şarap üretiyorlar: Luce. İşte, akşam bu şarabın... Mondavi anlatıyor. Tevazu ile, tutku ile. Sanki konuşan Napa Valley'in en şöhretli şarapçısı değil, yeni yola koyulmuş bir müteşebbis. Amerika'ya göç ederken İtalya'da bıraktıkları bağcılık geleneğine, şarap kültürüne kavuşmanın kendisini ne denli heyecanlandırdığını, Luce'nin öyküsünü bizlerle paylaşıyor. Leonardo aristokrat bir gülümseme ile dinliyor. Karşımdaki esmer güzeli ise suskun. Elbisesinin sadeliği sıra dışı. Detayları da. Soruyorum. Yüzü aydınlanıyor. Karl Lagerfeld onun için dikmiş. "Beğendiniz mi" diyor. Bentler yıkıldı ya, anlatıyor: Delia, Napa Valley ve Toscana'da şarap yapıyor. Sorbonne'da felsefe doktorası yapmış. Frankfurt Felsefe Okulu konuşuluyor. Tübingen, Bloch: "Estetik ve Ütopya"... "Dünya nasıl daha güzel kılınabilir?" Bu arada önce Lucente 2000 ve 2001, ardından Luce 2000 ve 2001 geliyor. Yemek bitince ne ikram olunur İtalya'da? Grappa. Jacopo Poli sahneye çıkıyor. Kendine has üslubu ile üç dört yıl önce Napa Valley'de baba Mondavi ile yaptığı konuşmayı naklediyor. "Sinyor Mondavi" diyor Poli o zaman. "Bu küspelere yazık değil mi? Biliyorsunuz, biz köylüyüz. Hiçbir şeyi ziyan etmeyiz. Gelin, Grappa yapalım." İşte Bossano del Grappa, Floransa ve Napa Valley izdivacı o an başlıyor. Sonuç: Grappa Luce... Kadehler kalkıyor. O gece, Floransa'da "herkes" İstanbul'a gelmek istiyor. Gün konuşuyoruz...
|